Aralık ayında başlayıp halen Dünyayı kasıp kavuran Corona virüs enfeksiyonu birçok insanın ölümüne sebep olduğu gibi toplumdaki korku, kaygı ve endişeyi de artırdı. Önce Çin’de başlayan bu viral enfeksiyon çok hızlı bir şekilde başta İtalya olmak üzere Avrupa ülkelerine de yayıldı. Daha sonra yakın komşumuz olan İran’da bir salgın yaşandı. Ülkemizde de maalesef corona vakaları görülmeye başladı. Dünya Sağlık Örgütü corona virüs enfeksiyonunu bir “pandemi” olarak ilan etti. Pandemi, bütün Dünya’yı etkileyen ve çok yaygın görülen enfeksiyonlar için kullanılan bir tabirdir. Bu, bütün dünyayı etkileyen ciddi bir virüs enfeksiyonu ile karşı karşıyayız demektir.

Virüs hakkında aslında kamuoyunda birçok bilgilendirmeler yapıldı. Nasıl bulaştığı, öldürücülük oranları, hangi yaş grubunda daha çok ölüme sebep olduğu, korunmak için neler yapılması ve hangi önlemlerin alınmasının gerektiği konusunda birçok programlar ve açıklamalar yapıldı. Ancak ne kadar açıklama yapılırsa yapılsın toplumsal korku ve kaygının önüne geçilemedi. Bir yandan sosyal medyada dönen haberler bir yandan da dünyadaki ölüm vakalarının hızla artması ister istemez toplumun ruh sağlığını ve insan davranışlarını etkiledi. O yüzden salgının psiko-sosyal boyutlarının da ele alınması gerekmektedir.

Enfeksiyonun Geldiğimiz Noktadaki Bilançosu

%80 hafif seyretmektedir. %10-15’inde enfeksiyonun ağır seyrettiğini, %2-3’ünde de ölümle sonuçlandığını biliyoruz. Ölüm oranları ileri yaşlarda daha fazla görülüyor. Örneğin İtalya’da ölenlerin yaş ortalaması 82 olarak belirlenmiş. Ölüm oranı 80 yaş üzerindeki hastalarda %14.8 70-79 yaşları arasındaki hastalarda %8, 10-40 yaş arasında %0.2’dir. 10 yaşın altındaki çocuklarda ise hiç ölüm kaydedilmemiştir. Yani görülen tablo yaşlı insanların en riskli grup olduğudur. Bunun sebebi ise yaşlılarda bağışıklık sisteminin yaşa bağlı olarak zayıflamış olması ve diyabet, astım, böbrek, kalp hastalıklarının sık görülmesidir.

Şimdiye kadar Corona virüsü taşıyan 169.000’den fazla vaka tespit edilmiş ve bunların 5800’den fazlası hayatını kaybetmiştir. Ölüm oranının yüksek olması enfeksiyonun direk etkilerinden ve bulaşma hızının çok yüksek olmasındandır. Uzmanlar tarih boyunca görülmüş bulaşma hızı en yüksek enfeksiyon olduğunu söylüyor. Hızlı bulaşma da ölüm hızını artırmaktadır. Biz biliyoruz ki gribal enfeksiyon da ölümlere sebep olmaktadır ama zamana yayılmış olduğundan ölümler dramatik bir şekilde gerçekleşmemektedir. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya genelinde yılda 290.00-600.00 kişi grip nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Son 2 ayda grip nedeniyle ölenlerin sayısı Corona virüsü nedeniyle ölenlerden en az 100 kat daha fazladır. Sadece ABD´de bu yıl 26 milyon kişi grip geçirmiş, 250.000 kişi grip nedeniyle hastaneye yatmış ve 14.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Corona virüs enfeksiyonu ise kısa sürede yayılıp direk akciğerleri etkiliyor ve bu sebepten ölüm riskini artırıyor. O yüzden zamanla yarıştığımız ve çok çabuk hareket etmemiz gerektiği için sıkı önlemler almamız ve bunları harfiyen yerine getirmemiz gerekiyor.

Corona virüsü salgını için dünya çapında bazı ülkelerde gecikilmiş de olsa büyük tıbbî önlemler alınmış durumda, fakat salgının ruhsal ve sosyal yansımaları üzerine henüz bir çalışma yapılabilmiş değildir. Bunun sebebinin ölümlerin önüne geçilmesinde daha çok tıbbî tedbirlerin etken olduğu inancının yaygınlığıdır. Ancak direk tıbbî etkileri olmasa da önlemlerin uygulanması ve salgından korunması noktasında psikososyal girişimler kritik öneme sahiptir.

Salgının Psikososyal Etkileri

Corona salgını biyolojik etkileri kadar psikolojik ve davranışsal sorunlara da sebep olmaktadır. Bulaşan sadece virüs değil aynı zamanda toplumsal travmanın yarattığı aşırı fobik reaksiyonlar, depresyon, panik, paranoya gibi ruhsal sorunlar ve bencillik, dürtüsellik, saldırganlık, damgalama gibi yıkıcı davranışlardır. İnsanlar olağanüstü durumlarda nezaket, sağduyu, empati, yardımlaşma gibi ahlaki değerlerini geçici olarak kaybederler ve sadece kendisini düşünen bencil bir varlığa dönüşürler. O yüzden salgınların yaratmış olduğu psikoloji virüsten çok daha hızlı bir şekilde yayılır ve hatta virüsle karşılaşma riski olmayan insanları bile etkiler. Bir manada viral pandemi bir pandemik psikolojiyi de beraberinde getirir.

Salgınların yarattığı psikolojilerin başında ölüm korkusu gelir. Viral salgınlar tıpkı deprem, sel, tsunami, yangın türü doğal afetler gibi direk insan hayatına kast ettikleri için bir büyük ruhsal travma etkisi yaratırlar. Hatta bazı açılardan doğal afetlerin bile önüne geçeler. Doğal afetlerin birçoğu çok kısa sürede yıkımını gerçekleştirir ve biter. Örneğin birçok insanın ölümüne sebep olan Marmara depremi 45 saniye sürmüştür ki bu bile bir deprem için uzun bir süre olarak kabul edilmiştir. Halbuki Corona virüs gibi viral salgınlar aylarca devam eder. O yüzden örseleyici etkileri çok daha şiddetli ve derin olur.

Corona virüs salgının yarattığı en önemli psikolojik tablo Akut Stres Reaksiyonudur. Akut Stres Reaksiyonu bir canlının kendisinin ya da yakınının ölümcül bir olaya maruz kalması ya da maruz kalanlara tanık olması sonrasında yaşamış olduğu çaresizlik, güvensizlik, yoğun korku ve endişe halidir. İnsanın normal şartlarda zihninde bastırabildiği ya da kontrol edebildiği ölüm korkusu salgın gibi kaotik durumlarda şiddetlenir ve kontrol edilemez hale gelir. Ölüm korkusunun uzantısı olarak da uykusuzluk, kâbus görme, sürekli virüsle ilgili görüntülerin ve felaket senaryolarının gelmesi, hastalığın kendisine ya da yakınlarına bulaşacağı konusunda endişe duyulması, kolay irkilme, çabuk sinirlenme, gelecek konusunda plan yapamama, ümitsizlik, yalnızlaşma, yabancılaşma, aşırı kaçınma şikayetleri belirir. Bu tepki genelde 3 ila 30 gün arasında sürer ve kendiliğinden geçer. Ancak bazıları kronikleşir ve Travma Sonrası Stres Bozukluğuna (TSSB) dönüşür. İlerleyen süreçlerde de buna depresyon ve madde bağımlılığı eklenir.

Akut stres döneminde insanlarda kontrolsüz birtakım davranışlar görülebilir. Bunlardan biri irkilme reaksiyonudur. İrkilme reaksiyonu kişinin kendisini korumak için yaptığı refleksif davranışlardır. Örneğin depremde insanların camdan aşağı atlaması bir irkilme reaksiyonudur. Corona salgınında bu kendisini marketlere hücum etme, rafları boşaltma, tuvalet kağıdı, sabun, deterjan, dezenfektan, eldiven, maske gibi temizlik malzemelerini stok yapma gibi istifleme davranışıyla gösterir.

Salgının yarattığı davranışlardan biri de ölüm korkusunun sebep olduğu saldırganlık ve bencilliktir. Konya’da bir Güney Kore’linin Çinli zannedilip dövüldüğü trajikomik olay sadece bir cehalet göstergesi değil ölüm korkusunun yarattığı bir saldırganlık örneğidir. Korkan ve bencilleşen insan kendisi için risk teşkil eden insanı yok edip kendisini garanti altına almak ister.

Salgınlarda görülen bir diğer önemli sorun da damgalamadır. Tarihte yaşanmış olan veba ve kolera gibi büyük salgınlar insanlık için bir kollektif travmadır. O yüzden insanlar salgın gibi afetlerden çok korkmuşlar, hastaları dışlamışlar hatta yok etmeye çalışmışlardır. Corona virüs salgınının da böyle bir damgalamaya sebep olduğunu söyleyebiliriz. Damgalama kişilerin enfeksiyondan daha da korkmalarına ve hastalığı gizlemelerine sebep olmaktadır. Birçok kişinin bu yüzden hastalıklarını son ana kadar gizlediklerini ve sağlık kuruluşlarına son raddeye kadar baş vurmadıklarını biliyoruz. Halbuki erken başvurular hem kişinin kendisini hem de bulaştırabileceği insanları korumak adına en hayatî tedbirdir.

Salgınlarda inkâr, bastırma, devalüe etme ve kadercilik gibi savunma mekanizmaları sıklıkla görülür. Bu savunma mekanizmalarının arkasında ortaya çıkan korkuyu ve kaygıyı azaltma amacı yatar. Bu amaçla kişiler durumu görmezden gelirler ya da inkâr ederler. “Abartıldığı kadar değil.” deyip olayı devalüe edenlere yani küçümseyenlere, yaşamış oldukları çaresizliğe ve ümitsizliğe tevekkül maskesini giydirenlere sıkça rastlanmaktadır. Bu kadercilik mantığı kişileri önlem almaktan ve mücadele etmekten alıkoyarak salgının daha da şiddetlenmesine sebep olur.

Salgınlar muhakeme ve karar mekanizmalarını bozarak gerçek dışı inanışlara da sebep olurlar. Örneğin corona virüsün güçlü devletler tarafından yayılmış bir komplo olduğu inancı toplumda geniş bir taban bulabilmektedir. Bu komplo teorileri de aslında bu olayın birilerinin kontrolünde olduğuna ve birgün bitirileceğine inanma ihtiyacından kaynaklanır. Bu bir manada kendini rahatlatma arayışıdır. Ancak bunlar tıpkı virüs gibi dalga dalga yayılarak bütün dünyayı etkisi altına alan ve rasyonel çözümlerden hızla uzaklaştıran çarpık mantık ürünleridir.

Rasyonel Olmakla Rasyonalize Etmek Aynı Şeyler Değildir

Salgın karşısında rasyonel olmakla salgını rasyonalize etmek aynı şey değildir. Rasyonalize etmek tehdit karşısında acziyete düşüp kendini rahatlatmak adına birtakım işlevsel olmayan düşünceler üretmektir. Yani bir manada kendini avutma ve kandırma eğilimidir. Örneğin “Bize bir şey olmaz. Kaderde ne varsa onu göreceğiz. Bizim genetiğimiz dirençlidir. Bizi Allah korur. Korkunun ecele faydası yok, bir gün nasılsa öleceğiz, ölüme çare yok…” gibi düşünceler rasyonalize etmeye örnektir. Rasyonel olmak ise gerçeği olduğu gibi kabul edip ona göre göre davranmaktır. Geldiğimiz noktada gerçek şudur: Corona virüs dünya tarihinde görülmüş en hızlı yayılma potansiyeli olan ölümcül bir virüstür. Ancak bu yakalanan herkesin öleceği anlamına gelmemektedir. Yaşlılarda, bağışıklık sistemi zayıf ve kronik hastalığı olan bireylerde ölüm riski daha yüksek. Ancak bu risk grubundakilerinin de tamamının öleceği anlamına gelmez Eğer virüsün etkileri başlar başlamaz tıbbî müdahale yapılabilirse bu gruptaki bireyler de kurtulabilmektedir. İtalya’da ölümlerin fazla olmasının sebebi önlemlerin geç alınması ve tıbbî bakımın yeterli olmamasıdır. Bu gerçek karşısında bize düşen ise bütün önlemlere uymaktır. Korkmamak ya da kaygılanmamak mümkün değildir. Ancak korkumuz mantığımızın önüne geçerse korunmamız tehlikeye düşmektedir. Yapılması gereken korkarak da olsa korunmaktır.

Bir diğer önemli tutum hatası da aşırı korumacı, kontrolcü ve kaygılı davranmaktır. Bu gibi durumlarda stres cevabı, dolayısıyla kortizol hormonu artar. Artan kortizol hormonu direk etkiyle ya da diyabet, hipertansiyon gibi hastalıkları şiddetlendirme yoluyla bağışıklık sistemini zayıflatır. Bu da corona virüse olan dayanıklılığı azaltır.

Salgınlarda gördüğümüz yaygın bir davranış da rasyonel çözümlerden uzaklaşılıp sosyal medya aracılığıyla yayılan birtakım mitlere çok çabuk kanılmasıdır. Kulaktan dolma, bilimsel olmayan söylemler ve bilgi kirliliği insanlarda çok büyük korkuya sebep olabiliyor. O yüzden insanların yetkili mercilerce sık sık bilgilendirilmesi gerekir. Önlemlerin tekrar edilmesi, Corona virüs salgınının rasyonel boyutlarının sürekli zikredilmesi ve insanların morallerinin yüksek tutulması başarıya gitmek açısından son derece önemlidir.

Neler Yapılabilir?

Öncelikle önlemler konusunda halkın eğitilmesi gerekir. Ebeveynler önlemleri çok iyi öğrenmeli, gerekiyorsa ezberlemeli ve çocuklarını da bu konuda eğitmelidir.

Çalışan kişiler ve kurumlar korunma konusunda mutlaka eğitilmelidir.

Salgınların psikolojik yönlerinin olduğu unutulmamalıdır. Acil eylem planlarında mutlaka psikolojik destek organizasyonu da yer almalıdır. Nasıl ki deprem, sel gibi doğal afetlerde psikolojik destek ilk etapta devreye sokuluyorsa bu salgında da aynı desteğin sağlanması gerekir. Çünkü psiko-sosyal etkenler salgınla mücadelenin en önemli unsurlarını oluştururlar.

Özellikle Akut Stres Reaksiyonu ya da Travma Sonrası Stres Bozukluğu gelişmiş, stres cevabı çok yüksek olan bireylerde vakit geçirmeksizin psikiyatrik müdahalede bulunmak ve psikoterapi desteği vermek gerekir.

Bilgi kirliliği ve mitlerin önüne geçilmesi için yetkililerin sık sık bilgilendirmeler yapması toplumu rahatlatan bir yaklaşımdır.

Yine basın-yayın ve kitle iletişim araçlarıyla olayın psikolojik yönlerini ele alan, bu konuda halkı bilinçlendiren programlar yapmalı, insanlara stresle mücadele yöntemleri öğretilmelidir.

Ümitsizlik değil ümit aşılanmalı ancak olabildiğince de şeffaf olunmalıdır. Gerçekleri göz ardı eden ümit söylemleri kişileri rehavete sevk edebilir. Korkabiliriz, kaygılanabiliriz ama bu tedbir almamızı engelleyecek düzeyde olmamalıdır. Korkmak salgını büyütmez ama korunmamak büyütür. O yüzden korkmaktan korkmayalım önlemlere uymamaktan korkalım.

Salgınlar hayatın bitmesi anlamına gelmez. Hayatın güzelliklerini yaşamak her zaman ve zeminde mümkündür. Müzik dinlemek, sevdiklerimizle hastalık harici sohbet etmek, güzel filmler izlemek, kitap okumak, kalabalık olmayan ortamlarda yürümek, nefes ve gevşeme egzersizleri yapmak, sebze ve meyveden zengin beslenmek, bol su içmek hem bağışıklık sistemini güçlendirmede hem de kişinin moral motivasyonunu yükseltmede büyük katkı sağlar.

Dünya Sağlık Örgütü’nün Corona virüsünden korunmak için önerilerini de bir kez daha hatırlatalım:

  • Enfekte olmuş kişilerle yakın temastan kaçınmak,
  • El hijyenine dikkat etmek, sık aralıklarla elleri en az 20 saniye sabun ve su ile yıkamak; sabun ve su olmadığı durumlarda alkol bazlı el antiseptiği kullanmak; özellikle hasta insanlar veya çevresi ile doğrudan temas ettikten sonra elleri mutlaka yıkamak,
  • Çiftlik veya vahşi hayvanlarla korunmasız temastan kaçınmak,
  • Enfekte olduysanız eğer, mesafeyi korumak, öksürürken, hapşırırken tek kullanımlık kağıt mendil ile ağzı ve burnu kapatmak; kağıt mendilin bulunmadığı durumlarda ise dirsek içini kullanmak, elleri yıkamak; gözlere, burna ve ağza dokunmaktan kaçınmak,
  • Enfekte olan kişilerin dokunduğu yüzeyleri dezenfekte etmek,
  • Et, yumurta gibi hayvansal gıdaları iyice pişirmek,
  • Hasta kişilerin mümkünse kalabalık yerlere girmemesi, eğer girme zorunluğu varsa ağız ve burnun kapatılması, mümkünse tıbbi maske kullanılması.

DOÇ. DR. ADNAN ÇOBAN

PSİKİYATRİST-PSİKOTERAPİST