Deprem Travmasının Psikolojik Etkileri Üzerine Sıkça Sorulan Sorular

Doğal afetler, beklenmedik ve ani gelişen doğa olaylarıdır. Yaşadığımız depremin hem şiddetinin hem yarattığı yıkımın yüksek oluşu doğal olarak yüksek bir korku ve kaygıya sebebiyet vermektedir. O yüzden depremin hemen akabinde yaşadığınız şikayetler ve verdiğiniz tepkiler normaldir. Bu tepkiler depremin yarattığı tehlike karşısında korunmak amacıyla insan beyninin ve bedeninin verdiği savaş ya da kaç ya da donma tepkisinden başka bir şey değildir. Bir manada bir başa çıkma çabanın uzantısıdır. Deprem sonrası ilk 30 gün boyunca kendini güvende hissedememe, geleceğe karşı ümitsizlik ve güvensizlik, gürültülü uyaranlara karşı aşırı duyarlılık, uykuya dalamama, sık sık kabuslarla uyanma, yeme problemleri, donup kalma, şaşkınlık ve şok hali, dalgınlık, unutkanlık, kafa karışıklığı, ani öfke patlamaları ve odaklanma problemleri gibi tepkiler depremin akut döneminde yaşanan stres reaksiyonudur ve bir aya kadar normal olarak kabul edilir.

Depremin örseleyici etkisi ona maruz kalanlarda çok daha şiddetli olmaktadır. Ancak olumsuz haberlere, görüntülere ve bilgilere maruz kalanlarda, bunları görmeyip sadece duyanlarda bile bir dereceye kadar etkileşim olmaktadır. Çünkü doğal afetler, özellikle deprem insanlığın kollektif bilinçdışında yer alan önemli bir korku unsurudur. O yüzden depremzede olmayanlarda da bu akut stres tepkileri oluşur. Bu çok doğaldır. Uykuya dalamama, deprem olacak kaygısı nefes darlığı yaşıyorsak öncelikle bunun doğal bir tepki olduğunu bilmelisiniz. İlk günlerde bu tepkiler için yapılacak en iyi şey ailemizle ve yakınlarımızla dayanışma ve paylaşım içinde olmamızdır. Eğer yaşadığınız akut stres tepkileri gittikçe artıyor ve bir türlü azalmıyorsa bir ruh sağlığı uzmanından yardım almanız iyi olur.

Bazen korku karşısında yaptığımız davranışlar o an için bir baş etme işlevi görebilir. Çocuklarınızın davranışı da bunu yansıtıyor olabilir. Yani çocuklarınız bu yıkıcı ve sarsıcı travmayla baş etmede bu yolu kullanıyor olabilirler. Bunu anlayışla karşılayın ve hemen rasyonel müdahalelerde bulunmaya çalışmayın. Bunlar zaman içinde kaybolacaktır. Korku ve kaygılarını paylaşmalarına izin verin ve bunun için zemin hazırlayın. Duygularını paylaşması için zorlamayın. Zorlayıcı değil destekleyici olun. İhtiyaç duyduklarında yanlarında olacağınızı bilmeleri, bunu hissetmeleri çok önemli. Arkadaşlarıyla sosyalleşme ve paylaşma isteklerini destekleyin. Arkadaşlar duygularını paylaşmada çok etkili olmaktadır.

Alt ıslatma sorunu genellikle çocuğun kaygı ve korkularının olduğunu yansıtır. Depremde bu tekrar edebilir. Kesinlikle suçlama ve serzenişte bulunulmamalı. Anlayış, şefkat ve merhamet bu durumun kısa sürede geçmesini sağlayacaktır. Ancak hayli bir zaman geçmiş olmasına rağmen gece işemeleri devam ederse çocuğun korkularının devam ettiğini gösterir. Bir ruh sağlığı uzmanından destek alınmalıdır.

Depremin yarattığı yıkım ve dehşet geçici bir şaşkınlığa ve dikkatte zayıflamaya sebep olur. Kişi sık sık dalabilir, konsantre olmakta zorlanabilir ve geçici bir unutkanlık yaşayabilir. Özellikle kısa süreli bellekte sorunlar baş gösterir. Bu durum deprem travmasına ilk dönemde verilen doğal tepkilerdendir. İlk haftalarda oluşur, yoğunluğu düşerek kaybolur. Şikayetler zamanla azalmazsa bir Travma Sonrası Stres Bozukluğunun ya da depresyonun habercisi olabilir. Ruhsal destek almak gerekir.

Açıklamalar çocukların gelişim düzeyine ve yaşına uygun olarak yapılmalıdır. Yaşanan durum somutlaştırılmalıdır. Küçük çocuklara hikayeler üzerinden anlatmak çok daha etkili olmaktadır. Çocuklara depremi anlatırken belirsizlikten kaçınmak gerekir. Çünkü belirsizlik kaygıyı artırır. Çocuğu rahatlatacak ve güvende hissettirecek ifadeler kullanmak gerekir. Çocuğun sorduğu sorular dikkate alınmalı, atlanmadan açık bir şekilde cevaplanmalıdır. Aksi taktirde çocuk boş kalan yerleri kendi hayal gücüyle doldurup yanlış algılamalara sürüklenebilir. Aşırı bilimsel ifadeler yerine rasyonel ifadeler kullanılmalıdır. Depremin korkutucu olabileceği gerçeği saklanmamalı ve sade bir şekilde anlatılmalıdır. Enkaz ve olumsuz diğer gerçekler üzerine çok fazla konuşulmamalı, detaylardan kaçınılmalıdır. Çocuğun sosyal ortamlarda uygulaması gereken eylem planları önceden konuşulmalıdır.

Öncelikle yetişkin olarak sizin duygularınızı kontrol ediyor olmanız önemlidir. Ardından eğer çocuk merak ediyorsa göz teması kurarak nasıl hissettikleri hakkında konuşmayı deneyebilirsiniz. İhtiyaçları olan güven ve sevgi ortamıdır. Kaygılarını paylaşabilecekleri alanlar açmak önemlidir. Konuşmak istemediklerinde ise çocukları konuşmaya zorlamamak gerekir.

Haberlere, olumsuz bilgilere ve üzücü görüntülere uzun süre maruz kalmak örseleyici bir etkiye sahiptir. Hele çocukların olduğu ortamlarda sürekli bir tip haberlerin dönüşü çok daha kaygı yaratıcı bir etkiye sahiptir. O yüzden haberleri aralıklı izlemek ve panik havası yaratan sosyal medya hesaplarından uzak durmak gerekir. Unutmayın depremzede insanlara ya da depremden etkilenmiş yakınlarımıza yardımcı olabilmek için beden ve ruh sağlığımızın yerinde olması gerekir. Bir taraftan elimizden geldiği kadar destek olmalı bir taraftan da kendimizi korumalıyız.

Haber kaynaklarını takip etmeyi bırakın ya da aralıklarla takip edin. Beslenme, uyku, dinlenme gibi ihtiyaçlarınızı düzenli karşılamaya gayret edin. Doktor tarafından takip edilen bir sağlık sorunu var ve ilaç kullanıyor iseniz aksatmayın. Yaşadığınız zorluklarla baş edebilmek için kontrolsüz ilaç, madde ve alkol kullanımından kaçının. Aile ve yakınlarınızla bir arada olmaya, güvendiğiniz insanlarla yaşadıklarınızı, duygu ve düşüncelerinizi paylaşmaya çalışın.

Şikayetleriniz azalmıyor, gündelik yaşamınız olumsuz etkileniyor ve gitgide kötüye gidiyorsanız ruh sağlığı çalışanlarından destek almalısınız.

Sadece çocuklar değil, afet görüntülerinin hiçbir süzgeçten geçirilmeden sosyal medyada paylaşılması, afeti sosyal medyadan takip eden birçok kişinin de travmatize olmasına sebep olabilir.

Bilgisi olmadan görüntüleri paylaşılan afetzede, yaşamının ilerleyen dönemlerinde o görüntülerden rahatsız olabilir ve tekrar tetiklenebilir. Bu gibi afet durumlarında; afetzedelerin dramatize edilmemesi, görüntülerin izinsiz paylaşılmaması önemlidir. Enkazdan çıkarılan insanımızın da bir mahremiyetinin olduğunu unutmamak gerekir. Bu mahremiyete saygı hem ruh sağlığının korunması hem de insan hakları açısından önem arz eder.

Böylesine şiddetli ve yıkıcı bir depremin ruhsal etkileri de çok yıkıcı ve şiddetli olabilmektedir. Maruz kalan her bireyi etkileyen deprem bazı kişileri çok daha derinden etkilemektedir. Birçok yakınını kaybetmiş, acısı büyük, kendine ve başkalarına zarar verecek boyutta etkilenmiş, aşırı korku, kaygı ve endişe yaşayan, aşırı duyarlılık gelişmiş bireylerde psikolojik ilk yardım müdahaleleri vakit geçirmeksizin yapılmalıdır. Ancak deprem sonrası toplumun her bireyinde farklı şiddet ve nitelikte ilk yardıma ihtiyaç duyulabilmektedir. Psikolojik ilk yardım ve müdahaleler depremzedeleri zorlamadan bakım ve destek sağlamak, psikoloji ihtiyaç ve kaygıları tespit etmek, insanların temel gıda, su, bilgi alma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak, hiçbir zorlayıcı müdahalede bulunmadan kişileri dinlemek, kişilerin rahatlamalarına ve sakinleşmelerine yardımcı olmak, insanların bilgi edinmeleri, hizmetlere ve sosyal desteklere ulaşmalarına yardımcı olmak, onları olası zararlardan korumak gibi hedeflerden oluşur. Bu hedefler gerçekleştirilirken bir taraftan da temel psikolojk ihtiyaçlar belirlenir, ilgili birime yönlendirilir, kişi bilgilendirilir ve stabilizasyonu için çalışılır. Ayrıca depremzedelerin olağan hayatlarına dönmelerine destek olunur ve deprem travmasının uzun dönemde sebebiyet verebileceği olası etkilerden korunur.

Psikolojik ilk yardım sadece uzmanlarca verilmez. Eğitimden geçirilmiş herkes, öğretmen, hemşire, imam, doktor, memur vs. bu desteği verebilir. Psiolojik ilk yardımda amaç kişiyi terapötik müdahalelere maruz bırakmak, tedavi etmeye çalışmak, iyileşmek için zorlamak, akıl vermek, nasihat etmek değildir. Yardım, paylaşım ve destek için depremzedenin yanında olmaktır. Yani insani iletişim ve insan insana etkileşimle kişiyi teskin etme anlayışıdır.

Depremzedeleri ilk günlerde bekleyen psikiyatrik durum akut stres bozukluğudur. Akut Stres Bozukluğunda, yoğun çaresizlik ve korku, keyifsizlik, halsizlik, içe çekilme gibi depresif belirtiler, gün içerisinde deprem görüntülerinin sık sık göz önüne gelmesi (flashback), irkilme, aşırı sinirlilik, ağlama, çığlık atma gibi tepkiler, engellenemez bir şekilde sık sık olayı düşünme, uyku ve iştah problemleri, olayı hatırlatan durum ve uyaranlardan kaçınma, olayla ilgili yineleyen kâbuslar ve bunun yarattığı uyumaya direnç, aşırı uyarılmışlığın yanı sıra genel bir uyuşma, hareketsizlik, dalgınlık, duygusal tepkisizlik ve kayıtsızlık, şiddetli yaşayanlarda bedenin bir bölümüne ya da tamamına karşı yabancılaşma hissi (depersonalizasyon) ya da dış dünyayı gerçek dışıymış gibi algılama (derealizasyon) ve travmatik olayın tamamını ya da önemli bir kısmını hatırlayamama (disosiyatif amnezi) görülebilmektedir. Akut stres reaksiyonu insanlarda hafiften şiddetliye giden bir skalada görülür. Eğer Akur Stres Bozukluğu ilk üç gün boyunca azalmıyor ve bir ayı aşkın bir süredir devam ediyorsa bir TSSB geliştiği düşünülür. Depremin ilk günlerinde mümkün olduğu kadar destekleyici ve paylaşımcı yaklaşmak çoğu zaman akut stres reaksiyonunun şiddetini azaltabilir. Ancak azalmayan depremzedelerde gerekirse psikiyatrik ilaç tedavisi ile müdahale etmek gerekir. Depremin ilk günlerinde psikoterapötik müdahalelerden kaçınıyoruz ancak psikiyatrik tedavi için böyle bir şey söz konusu değildir. Kişiye duygularını bloke etmeden şikayetlerini dayanılabilir bir sınıra çekmek için bir psikiyatr tarafından ilaç desteği verilebilir. Bu dönemde makul bir ilaç desteği stabilizasyona yardımcı olduğu için psikoterapi başlama süresinin de erkene alınmasını sağlayabilir.

Depreme maruz kalan insanların psikolojik dayanıklılığı yüksek olanları belirtileri nispeten hafif düzeyde yaşarlar ve stabil bir şekilde devam edip hiçbir psikiyatrik sorun yaşamadan olayı atlatırlar. Bir kısım depremzede orta şiddette şikayetleri aylarca yaşayıp sonra gittikçe iyileşirler ve depremin etkisinden kurtulurlar. Bazı depremzedelerin şikayetlerinin şiddeti başlangıçta orta derecede iken aylar içerisinde artar ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu gelişir. Bazıları da depremin başından itibaren yüksek şiddette bir ruhsal tepki yaşar, belirti şiddetleri hiç azalmadan devam eder ve kronikleşir. Akabinde de başta TSSB olmak üzere depresyon, alkol ve madde bağımlılığı, panik bozukluğu gibi birçok psikiyatrik bozukluk gelişmiş olur. O yüzden ihtiyaç duyan ve bu psikiyatrik bozuklukların gelişebileceği öngörülen depremzedelere bir an önce önleyici mahiyette psikiyatrik destek planlanmalıdır.

Depremden sonra en sık görülen bozukluklar Akut Stres Bozukluğu ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu’dur (TSSB). Akut Stres Bozukluğu ilk günlerde şiddetli olup 30 gün içinde azalarak kaybolur. Eğer depremin üzerinden 30 gün geçmiş olmasına rağmen şikayetler devam ediyorsa TSSB geliştiği kanaatine varılır.

TSSB çok ciddi ve insanları ömür boyu etki altında bırakabilecek bir psikiyatrik sorundur. Bu bozukluk, travma yaşayan kişinin hayatının her alanını etkileyebilir.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) deprem gibi travmaya maruz kalanların %10 ilâ 15’inde görülebilen bir psikiyatrik bozukluktur. Bu oran depremin şiddetine, depremin etkilediği popülasyonun sosyo-demografik özelliklerine ve maruz kalan kişilerin bireysel hikayelerine (geçmişlerinde travmanın var olup olmaması) bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Örneğin Kahramanmaraş merkezli depremin şimdiye kadar görülen depremlerin en şiddetlilerinden biri oluşu, yarattığı yıkımın ve can kaybının yüksek oluşu, bölgede yaşayan insanların daha önce Van ve Elâzığ depremini yaşamış olmaları, daha önce de Gölcük ve Düzce depreminin yaşanmış olması, Türkiye’nin deprem bölgesi olması gibi etkenler TSSB gelişmesi açısından önemli risk etkenleridir. Bir de buna geçim sıkıntısı, aile ve sosyal destek sorunları, temel ihtiyaçların karşılanamama gibi kişiye özel olumsuz faktörler de eklendiğinde bu risk daha da artmaktadır. O yüzden TSSB’nin ne olduğunun ve nasıl geliştiğinin, gelişmesine yönelik emarelerin ne olduğunun iyi bilinmesi önlem alma ve tedavi açısından son derece önemlidir.

Yeniden yaşantılama (re-experience, hatırlama): Travma sonrasında olayla ilgili rahatsız edici anlar kişinin zihninde sürekli dönmeye başlar. Olayın görüntüleri, olay anında ortaya çıkan sesler, hatta kokular, tatlar ve bedensel tepkiler istenmeden akla gelir. Kişi bunlar aklına geldiğinde olayı yeniden yaşıyormuş gibi olur ve bu esnada iç sıkıntısı, bunaltı, çarpıntı, terleme, titreme, nefes alamama gibi belirtiler yaşar. Örneğin depremde göçük altında kalmış kişilerde hafif sarsıntı ve gürültülerde bile sanki göçüğün altındaymış hissi yaratabilir. Kişi bu durumda şiddetli bir bunaltı yaşayabilir ya da panik atak geçirebilir. Yine depreme maruz kalan bireylerde bir sarsıntı olmadığı halde yer sallanıyor hissi sıklıkla görülür. Yeniden yaşantılama sırasında gördüğü hayallerle konuşma, bir tehlike olmadığı halde kaçmaya çalışma gibi davranışlar görülebilir. Disosiyasyon: Kişinin dış dünyayı değişmiş gibi algılaması (derealizasyon), bedeninin dışındaymış ve dışarıdan seyrediyormuş gibi hissetmesi ya da kendini değişmiş gibi (depersonalizasyon) algılamasıdır. Depremzedelerin olayı hatırlaması istendiğinde kafasının tamamen boş olduğu ve hiçbir şey hatırlayamadığı şeklindeki ifadeleri de bir disosiyasyon halidir. Depremle ya da başka bir sebeple travmatize olmuş kişilerde aşırı derecede duygusal uyuşma (emotional numbing) hali kişinin kafasının içi boşmuş gibi hissetmesi, hiçbir duygu hissedememesi şeklinde kendini gösterir. Kaçınma: Kişi depremi (olayı) hatırlatan yer, durum, konuşma, hatta duygu ve düşüncelerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışır. Olayı hatırlamak büyük bir sıkıntı, acı ve korku hissine yol açtığı için kişi olayı hatırlatan yerlere gitmez, bu konulardan bahsetmez veya konuşulan yerlerden uzak durur. Örneğin enkaz altında kalmış bazı kişiler evinin enkazının bulunduğu yeri görmeye dayanamaz, olayla ilgili görüntülere tahammül edemezler. Bilinçdışı kaçınma reaksiyonlarından biri de kişinin olayın en sıkıntı verici bölümlerini unutması ya da güçlükle hatırlamasıdır. Kişi olayı kasten hatırlamıyor değildir bilinçdışına bastırmaya çalışmaktadır. Travmalardan sonra toplumdan uzaklaşma, geleceğe karamsar bakma, hayatı anlamsız görme, “Benim yaşadıklarımı kimse anlayamaz” tarzında düşünceler, olayı yaşamamış kişilerden duygusal olarak uzaklaşma, sadece travmayı yaşamış olan kişilerle iletişim kurma, duygularda körelme, sevinç ve üzüntü hissedememe, yardıma kapalı olma, gelecekle ilgili plan yapamama ve aktivitelerde azalma görülebilir. Aşırı uyarılmışlık (hipervijilans):  Deprem sonrası kişiler kendilerini diken üstünde ve sürekli tetikte olabilirler. Her an deprem tekrar edecekmiş ya da tehlikeli bir durum olacakmış gibi hissedebilirler. Yaşamlarını bu ihtimali düşünerek şekillendirirler ve aşırı kontrolcü ve tedbirli davranmaya başlayabilirler. Örneğin depreme maruz kalan kişilerde girdikleri her binayı çatlağı var mı, kapısından kolay kaçılabilir mi diye kontrol etme, yolda yürürken binaların üstlerine devrilmesinden korkma, direklere yaklaşamama görülebilir. Tedbir davranışı gerçekten kopuk ve şiddetli bir seviyeye ulaşabilir. Deprem sonrası ani ses ve hareketlerde irkilme (startle) ya da sıçrama görülebilir. Kapı çarpması, yüksek sesle konuşma, birinin aniden odaya girmesi gibi beklenmedik durumlarda kişi yerinden sıçrar ve uzun sürebilen bunaltı (çarpıntı, terleme, titreme, nefes daralması) yaşar. Depremde balkondan ya da pencereden atlamalar birer irkilme reaksiyonudur. Uykuya dalmada güçlük, sık sık uyanma, kabuslar görme, kabusla uyanma, gece olayı hatırlayarak uyanma gibi belirtiler de görülebilir. Travmalardan sonra aşırı uyarılmışlığa bağlı dikkat bozuklukları ve buna bağlı unutkanlıklar da görülebilir. Özellikle travma sonrasında yükselen stres hormonları bellek merkezi olan hipokampusta hacim küçülmesine sebep olabilir, bu da unutkanlığı şiddetlendirebilir.

Kişi aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu travmatik bir olayla karşılaşmıştır:

Kişi gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir. Yaşamış olduğumuz deprem tam anlamıyla bu tanıma uyan bir doğal afettir.

Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır. Çocuklar bunların yerine dezorganize-dağınık ya da ajite davranışlarla tepkilerini dışa vurabilirler.

Travmatik olay (deprem) aşağıdakilerden biri ya da daha fazlası yoluyla sürekli olarak yeniden yaşanır:

Olayın, elde olmadan tekrar tekrar anımsanan sıkıntı veren anıları: Bunların arasında düşlemler, düşünceler ya da algılar vardır. Küçük çocuklar, travmanın kendisini ya da değişik yönlerini konu alan oyunları tekrar tekrar oynayabilirler. Depremde göçük altında yaşanan süreç, deprem anında ortaya çıkan gürültü, sarsıntı, o an karşılaşılan görüntüler, sesler, sarsıntılar, etraftaki insanların bağrışmaları, sonrasında medyada yer alan görüntüler, kurtarma esnasında ekrana yansıyanlar vs. tekrar tekrar yaşanıyormuş gibi olur.

Olayı, sık sık sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme. Çocuklar, içeriğini anlamaksızın korkunç rüyalar görebilirler.

Travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme

Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma.

Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme.

Aşağıdakilerden üçünün (ya da daha fazlası) bulunması ile belirli, travmaya eşlik etmiş olan uyarılardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma (travmadan önce olmayan)

Travmaya (depreme) eşlik etmiş olan düşünce, duygu ya da konuşmalardan kaçınma çabaları.

Travma ile ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler ya da kişilerden uzak durma çabaları.

Travmanın önemli bir yönünü hatırlayamama.

Önemli etkinliklere karşı ilginin ya da bunlara katılımın belirgin olarak azalması.

İnsanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları.

Duygulanımda kısıtlılık (örneğin; sevme duygusunu yaşayamama)

Bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma.

Aşağıdakilerden ikisinin ya da daha fazlasının bulunması ile belirli, artmış, uyarılmış, semptomlarının sürekli olması:

Uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük

İrritabilite, huzursuzluk ya da öfke patlamaları.

Düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada zorluk çekme.

Hipervijilans (aşırı uyarılmışlık)

Aşırı irkilme tepkisi gösterme.

Bu belirtiler 1 aydan daha uzun sürerse tanı TSSB’dir.

Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, meslekî alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya sebep olur.

Tedavinin en önemli ayağı teşhisin koyulabilmesidir. Erken tehis tedaviyi de kolaylaştırmaktadır. Tedavide ilaç tedavisinin yanı sıra travma odaklı psikoterapiler uygulanır. İlaç tedavisi olarak kişinin yaşadığı belirtilere ve belirtilerin şiddetine göre planlama yapılır. Eğer aşırı uyarılmışlık ön planda ise anksiyeteyi azaltacak ilaçlar, antidepresanlar ve düşünceyi rahatlatacak antipsikotik ilaçlar kullanılabilir. Ancak sadece ilaç tedavisi TSSB’nin tedavisinde yeterli olmamaktadır. Evet, kişiyi biraz olsun rsahatlatmakta, uykularını düzenleyebilmekte, nispeten stabilize etmekte ama travmanın işlemlenmesine direk katkısı olmamaktadır. Bunun için travma odaklı yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Her türlü terapi yöntemi TSSB’ye katkı sunmaktadır. Ancak son yıllarda EMDR terapisi çok daha öne çıkmaktadır. EMDR içerdiği zengin ve farklı protokollerle TSSB’de son derece etkili olmaktadır. Beraberinde kişinin sağlıklı bir yaşam alanına yerleştirilmesi, temel ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal destek ve hayata uyum çalışmalarına alınması tedaviye büyük katkı sunmaktadır.

Deprem her ne kadar deprembilim gelişmiş olsa da henüz zamanı ve şiddeti tam olarak kestirilebilen bir afet değil. Deprem konusundaki en büyük problem de budur. O yüzden her şeyden önce can kaybını ve travmayı minimize edecek çalışmaların bir an önce ve eksiksiz yapılması moral ve motivasyon açısından son derece önem arz eder. Ancak her şeye rağmen kestirilememesi ve insanların beklenmedik anda yakalanmaları ki yaşadığımız büyük depremler hep gece yarısı oluştu, büyük yıkımlara sebep olmaktadır. Bu da sadece depremzedelerin değil o toplumda yaşayan bütün insanların hayatını alt üst etmektedir.

Böyle beklenmedik anlarda ortaya çıkan travmalar bireylerde yoğun bir şaşkınlık ve korkuya sebep olur. İlk anda oluşan bu şaşkınlığın yanı sıra insanlar duygu ve davranışlarını fark etmede de zorluk çekerler.

1. dönem: Deprem sonrası ilk günlerdir. Bu dönemde insanlarda bir korku ve şaşkınlık oluşur. Maruz kalan kişiler ne yapacaklarını bilemezler. İnisiyatiflerini geçici bir süre kaybederler. Çevresindeki aile bireyleri, komşular, eş, dost ve yardım ekiplerinin yardımı ile ayakta dururlar.

2. dönem felaketin 2. Haftasından sonra başlayıp birkaç ay süren dönemdir. Bu dönemden kişi duruma adapte olmaya, bir uyum mekanizması geliştirmeye çalışır. Yaşananları ve yaşanan belirtileri inkâr ederek hayata tutunmaya çalışır. Bu bir çeşit savunma davranışıdır.

3. dönem bir yıla uzayabilen bir süreçtir. Barınma, yeme, içme gibi temel ihtiyaçların yanı sıra sevgi, sıcaklık, şefkat gibi duygusal ihtiyaçlar karşılanmazsa doğal olarak bir öfke, hüzün ve hayal kırıklığı öne çıkar. Ancak bazı kişilerde bu ihtiyaçlar karşılansa bile kaybettiklerinin artık geri gelmeyeceği ve hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı düşüncesi ön plana çıkar. Birlikte yaşama ve hareket etme motivasyonu düşer ve kişinin ruhsal sorunları artmaya başlar.

4. dönem re-adaptasyon ve yeniden yapılanma dönemidir ve yıllarca sürebilir.

Depremzede insanların psikolojik müdahalesinde hangi dönemde ve hangi ihtiyaçlarının olduğu çok önemlidir. Planlama o ihtiyaca göre yapılmalıdır.

Erişkinler gibi çocuklar da yakınlarını kaybettiklerinde bir yas reaksiyonu verirler. Çocuklar kayıp yaşadıklarında gelişimsel ve zihinsel düzeylerine göre ölüm açıklanmalı ve sağlıklı bir şekilde yaslarını yaşamaları sağlanmalıdır. Çocukları kayıp ve onun yarattığı karşısında aşırı korumak rasyonel bir yaklaşım değildir. Çünkü yas doğal olarak acıyı barındıran normal bir süreçtir. Üzülmesin diye gereksiz çabalar içerisine girildiğinde çocuğun yasını yaşaması engellenmekte bu da ilerleyen üsreçte karşımıza psikolojik bozukluklar olarak çıkmaktadır. O yüzden aile bireyleri ve çevresindekilerle birlikte çocuğun yasını yaşaması için zemin hazırlamak gerekir.

Neler yapılabilir:

Mümkün olan en kısa zamanda çocuğun en yakını ve en güvendiği kişi kaybı bildirmelidir. Ebeveynlerinin ikisi de vefat etmişse çocuğun sorumluluğunu alacak kişinin söylemesi çok daha uygundur.

Kaybedilen kişi için “gitti” gibi muğlak ifadeler yerine acı da olsa “öldü” gibi net ve açık ifadeler kullanmak gerekir. Yani gerçek neyse o söylenmelidir.

”Hastaneye gitti, iş seyahatine çıktı” gibi yalanlar çocuğa hiçbir fayda sunmazlar. Ölüm gerçeğini çocuğun da öğrenmeye hakkı vardır. Kayıp karşısında her çocuk üzülür ama her çocuk travmatize olmaz. Gerçeği söyledikten sonra yanında olmak, sevgi, şefkat ve merhameti eksik bırakmamak birçok çocuk için iyileştirici olacaktır. Eğer buna rağmen travmatize olmuş ise psikolojik destekle bu durumu atlatmasına yardımcı olmak gerekir.

Çocuklardan üzülmesin diye duyguları gizlemek, ona duygularını içe atmayı ve içinde yaşamayı öğretir. Hatta onu yalnızlaştırabilir. Oysa bu tür kayıpların yaralarını sarmada en etkili ilaç paylaşmaktır.

Çocukların soyut düşünme kabiliyetleri ve muhakemeleri yeterince gelişmiş olmadığından bazen yaşananları anlamakta ve kavramakta zorluk çekerler. Bu da birtakım çarpıtmalara, yanlış anlamalara, yanlış öğrenmelere sebep olur. Bu yanlış anlamalar ilerleyen süreçlerde çocuğun karakterini ve kişiliğini olumsuz yönde etkiler. Bunu önlemek için çocuk soru sorması için cesaretlendirilmelidir. Bazen de dolaylı olarak hikayeler ya da masallarla yaşadığı duygular ve düşünceler deşifre edilmeye çalışılmalı. Bu tarz anlatımlar çocuğun iyileşmesinde de etkili olmaktadır.

Çocuğun her sorusuna cevap verilmelidir. “Ben de mi öleceğim?” gibi anne-babayı tetikleyen, korkutan ve zorlayan sorular bile geçiştirilmeden cevaplanmalıdır. Soruya uygun, kısa ve net cevap vermelidir. Bu soruyu sadece çocuklar sormaz, erişkinler de sorar. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki her canlı bir gün ölecek. Bu kaçınılmaz. Ancak ne zaman öleceğimizi bilmeyişimiz bizi bu amansız gerçeğin olumsuz etkisinden kurtaran bir ödül gibidir. Evet hepimiz bir gün öleceğiz ama ne zaman öleceğimizi bilmeyişimiz bizim için her anı anlamlı kılar. Yetişkin için geçerli olan bu kural bir çocuk için de geçerlidir. Yetişkinler kendi acılarını gizlemeye ihtiyaç duymaksızın çocuğun acısına duyarlı olmalı, onu daha çok sarıp sarmalamalı, sık sık sarılıp, öpmeli, anlayan ve anlamlı gözlerle bakmalıdır.

Yaşı 10’u geçmiş olan çocuklar ölümün “son” olduğu fikri idrak edebildiklerinden ölen ebeveynine sadakatlerini ispat etmek için başka bir kişiyi onun yerine koyma fikrini reddederler. Bazıları bu yüzden yakın ilişkiden kaçınır ve her türlü sempatik yaklaşıma direnç gösterirler. Eğer bu çok şiddetli seviyedeyse ve gitgide yerleşmeye başladıysa psikolojik destek almaları sağlanmalıdır.

Çocukların cenaze törenlerine katılmaları, mezar ziyaretlerine gitmeleri onun bu acı gerçeği kabul edip sindirmesi için gereklidir. Ölenin öldüğünü kabul etmek de önemli bir aşamadır. Bunu anlamak ve vedalaşmak için her kültüre özgü olarak gerçekleştirilen ritüeller ihmal edilmemelidir. Ancak çocuk gitmek istemiyorsa zorlamamalı ve biraz zamana bırakmalıdır.

 

Onlarla daha fazla zaman geçirmeli Fiziksel temas, sarılma çok önemlidir. Çocukların gerginliklerini azaltmada oyun oynamak çok etkilidir. Onlara oyun alanı yaratılmalı. Yine gerginliklerini gidermek ve içlerinde saklı tuttukları duygularını deşarj etmek için resim vb. tekniklerden istifade edilmeli Büyükçe çocuklara yaşanan olaylar biraz daha detaylı anlatılabilir. Duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri konusunda onları desteklemeli ve yüreklendirmeli Desteklendiklerinden ve güvende olduklarından emin olmaları sağlanmalı Onların kendilerini kendilerince ifade etmelerini sağlamalı. Örneğin “seni anlıyorum” yerine “anlat, ne zaman, nerede, nasıl?” yönergeleriyle dinleyici konumunda olmalı Çocukların da adaptasyon kabiliyetleri olduğu unutmamalı ve onlara başa çıkma becerileri öğretilmeli

 

 

KAYNAKÇA

Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) Türk Psikologlar Derneği EMDR Derneği EMDR Travma İyileştirme Grubu (TİG) Yayınları EMDR-Travma İyileştirme Grubu - Elazığ Depremi Mağdurlarına Psikolojik Destek. Prof. Dr. Ümran Korkmazlar, Nalan Saban Alak