Davranış bozukluğunun ergenlik çağında en sık görülen psikolojik rahatsızlıklardan biridir ve çocuklarda ve ergenlerde ‘antisosyal eğilimler’ olarak da ifadelendirildiği olur. Davranış bozukluğu, genellikle 10’ lu yaşlardan önce başlamakta 18 yaş altı erkeklerin yaklaşık olarak %9’ unu, kızların ise %2’ sini etkilemektedir. Bu sorundaki davranış bozukluklarının iyi değerlendirilmesi gerekir çünkü her davranış sorunu olan ergenin bu bozukluğa sahip olması gerekmez.

Bu rahatsızlığın semptomları toplum tarafından kabul edilemez, tehlikeli ve suça götüren davranışlar içerir ancak yanlış değerlendirilip geçici olan çocukluk kusurları ve 10’ lu yaşların heyecanı olarak görülebilir.

Belirtileri

Bir çocuğa tavır-davranış bozukluğu tanısı konması için aşağıdaki maddelerden en az üçünü 6 ay veya 6 aydan daha fazla bir süredir sergiliyor olması gerekmektedir;

  • Hırsızlık- dükkânlardan bir şeyler çalma, kapkaççılık yapma
  • Kundakçılık
  • Sürekli olarak okuldan kaçma, okulu asma, işi asma davranışları
  • Birilerinin ofisine, evine, arabasına zorla girme
  • Kasıtlı olarak başkalarının mallarına zarar verme
  • İnsanlara ve hayvanlara fiziksel zarar verme
  • Hemcinsini ya da karşı cinsi cinselliğe zorlama
  • Kavgalarda silah veya zarar verici aletler bulundurma ve/veya kullanma
  • Genellikle kavgaları başlatan taraf olma

Tavır/Davranış Bozukluğu’nun (Conduct Disorder) Tarihsel Gelişimi

İkinci dünya savaşından bu yana gençlik çağında işlenen suçların gittikçe arttığı ve toplumsal bir sorun durumuna geldiği gözlenmektedir. Sanayileşmeye koşut olarak hızla büyüyen kentlerde gençler arasında çalma, soygun, yaralama, adam öldürme, içki ve uyuşturucu kullanımı, cinsel sorumsuzluklar ve yasak çiğnemeler yaygınlaşmaktadır. Bu durumun düşündürücü yönü, suçluluk oranındaki yükselişin genç nüfusun artışından daha hızlı olmasıdır. Özellikle gelişmiş ülkelerde kızlar arasında da suça eğilim kaygı verici bir hızla artmaktadır. ABD’ de intihar olayları son yirmi yılda 2,5 kat artmıştır.

Resmi sayılara bakarak ülkemizde gençlik suçluluğunun gelişmiş ülkelerdeki oranlara varmadığı söylenebilir. Ancak, polis ve mahkeme kayıtlarına geçmeyen gizli kalmış ya da kovuşturulmamış suç oranının da yüksek olduğu bir gerçektir. Bununla birlikte toplumumuzda büyük kentlerdeki sürekli artışa karşın, gençlik suçluluğu büyük boyutlarda değildir. Köylerdeki geleneksel kız kaçırma, kan gütme suçları azalarak sürmekte, kentlerde ise, hırsızlık suçları ilk sırada yer almaktadır.

Tavır/Davranış Bozukluğunun Nedenleri

Bu rahatsızlığın sebebi olarak farklı görüşler savunulmaktadır. Psikoanalitik teorilere göre, saldırgan ve anti sosyal davranışlar, çocuğun anne-çocuk ilişkisini tekrar kurma çabası, içsel kontrolü kuramaması, aşırı endişe ve kaygıyı bastırma çabası, anneden ilgi görememesi sonucu oluşur.

Sosyoloji ve sosyal psikoloji alanlarına göre, bu davranışlar çocuğun muhalif ve düşmanca olarak algıladığı bir çevreye adapte olma çabasından kaynaklanmaktadır. Çocuk bu sosyal çevre içerisinde kendisine ait sosyal bir statü kazanma çabasındadır. Diğer sosyologlar ise uygunsuz yetiştirilme şeklinin bu davranışlara sebebiyet verdiği üzerinde durmuşlardır.

Biyolojik teoriler genetiğin çok büyük katkısı olduğunu, anti sosyal ve suça eğilimi olan anne babaların çocuklarının bu bozukluğa yatkın çocuklara sahip olabileceğini savunmaktadır. Burada vurgulanması gereken husus, anti sosyal ve suça eğilimi olan anne babaların çocuklarının genetik faktörden mi yoksa bu davranışları sergileyen ebeveynlerle büyüdükleri için mi bu rahatsızlığı geliştirdikleridir. Diğer taraftan bu eğilimler sahip olan ebeveynlerin, çocuklarına da olumsuz davranma, zarar verme ve onlarda travmatik etki oluşturma ihtimalleri yüksektir.

Tavır-Davranış bozukluğu olan ve suça eğilimli çocukların/ergenlerin, genellikle sevgiden yoksun, duygusal ve fiziksel şiddetin olduğu, ebeveynlerin güven duygusunu veremedikleri ortamlarda büyüdükleri çok çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla çocuk üzerinde travmatik etki bırakacak ve kişilik gelişimini etkileyecek birçok unsur bir arada bulunur. Babanın antisosyal eğilimlere sahip olması, duygusal iniş-çıkışlar yaşaması, sözel ve fiziksel şiddet uygulaması çocuğun babası tarafından benimsenmediğine dair bir duygu geliştirmesine neden olur. Eğer anne de bu duruma “dur” diyemiyor, pasif kalıyor ve/veya o da çocuğun ilgilenilmediğini hissetmesine yol açan duygusal ihmallerde bulunuyorsa durum daha vahim olur. Baba ve anneden beslenemeyen hatta tam tersi onlar tarafından örselenen çocuk değersiz ve güçsüz hisseder. Değersiz ve güçsüz hissetmek bir çocuk için dayanılabilecek duygular olmadığı için telafi edilmeleri gerekmektedir. Çocuk ve ergen için değersizlik ve güçsüzlük duygularını telafi etmenin yolu, değerli ve güçlü hissetmesine yol açacak davranışlar içine girmesidir. Bu ortamda büyüyen çocuklar genellikle suç kategorisine giren davranışlarda bulunarak değersizlik ve güçsüzlük hislerini telafi etme eğilimine girerler.

Baba ve/veya anne tarafından duygusal olarak ihmal edilen, bununla da kalınmayıp dışlanan çocuk, bu süreç nedeniyle geliştirdiği antisosyal davranışlar nedeniyle yine anne-baba tarafından dışlanır ve değersizleştirilir. Bu, gerçekten çok kötü ve örseleyici bir kısırdöngüdür. Çocuk daha çok dışlandıkça ve değersizleştirildikçe, bunun telafisi için daha çok uygun olmayan davranışlara sapar.

Bir çocuğun, babası yaşarken baba tarafından onaylanmaması, benimsenmemesi, sevilmemesi kadar örseleyici çok az şey vardır. Babası ölen çocuklarda hiç değilse bu nitelikte ve yoğunlukta bir örselenme olmaz. Bu travmatize oluşun ve örselenmişliğin sonucunda erkek çocuklar daha çok suç içeren davranışlara girme eğiliminde olurken, kız çocukları evden kaçma, sorumsuz ve gelişigüzel cinsel ilişkiler kurma ve psikolojisi ciddi ölçüde bozuk erkeklerle birlikte olma ya da evlenme gibi davranışlar içine girerler. Bu süreçte, özellikle kız çocukları cinsel, fiziksel ve duygusal şiddete o kadar çok yoğun kalırlar ki evde yaşananlardan sonra ikinci travma bombardımanına maruz kalırlar ve psikolojik sorunları kat kat artar.

Tedavi

Bu çocukları tedavi sürecine girmeleri ailelerinin isteği, okullarının yönlendirmesi ya da kanun zoruyla olabilmektedir. Psikoterapide aile ile çalışmak çok önemlidir, çünkü bu çocukların ebeveynlerinde ciddi psikolojik sorunlar ve davranış sorunları olduğu çok sık karşılaştığımız bir gerçektir. Ebeveynlerin bu sorunları, çocuğun duygusal ve fiziksel şiddete maruz kalmasına ve/veya duygusal olarak ihmal edilmesine yol açmakta, bunun neticesinde yaşadığı travmatik deneyimler de çocuğun ergenlik döneminde bu sorunu geliştirmesinde belirleyici olmaktadır.

Bu çocukların kendi hayatlarına kavuşmaları ve topluma dahil edilmeleri için travma çalışmaları yapılmalıdır. Uzun süreler ve yoğun bir şekilde tekrarlayan travmatik durumlara maruz kaldıklarından diğer psikolojik sorunlarda olduğundan daha uzun soluklu bir tedavi ve psikoterapi süreci gereklidir. Mümkünse mutlaka aile ile çalışmak tedavi sürecine katılmalıdır.

DOÇ. DR. ADNAN ÇOBAN

PSİKİYATRİST-PSİKOTERAPİST

Hırçınlık ve Huysuzluk hakkında bilgi almak isterseniz eğer ki; İlgili linke tıklayabilirsiniz.

Karşı Gelen Çocuk

Anne babaların en sık karşılaştığı problem çocuğun anne babasına karşı...

Enürezis ve Enkoprezis

Okul öncesi dönemde, bağırsak ve mesane kontrolünün temelleri atılır. ...

Kardeş Kıskançlığı

Çocuk duygusal gelişim sürecinde sevgi, öfke, korku ve kaygı, kıskançl...