Yeni Kollektif Travmamız: Deprem

Travma bir bireyin fiziksel, ruhsal ve zihinsel bütünlüğünün tehdit altında olduğu olaylar için kullandığımız bir terimdir. Hayatı ya da sahip olunan bir değeri kaybetme tehdidi insanda örselenmeye sebep oluyor. Sel, deprem gibi doğal afetler, yangın, savaş gibi beşerî afetler, taciz, tecavüz, saldırı gibi olaylar, çok küçük yaşta anne-babanın kaybı gibi acı olaylar büyük travmalardır ve etkileri genellikle mahalli kalır. Ancak terör, kıtlık, açlık, sefalet gibi bir toplumun fertlerini bütünüyle etkileyen travmalar da vardır. İşte bunlara biz ‘kollektif travma’ bir başka deyişle ‘toplumsal travma’ adını veriyoruz. Türkiye’de yaşayan herkes şu veya bu şekilde deprem korkusunu ve acısını tattı. Deprem olan şehirlerde yaşamayanlar bile sanki deprem kendi şehirlerinde olmuşçasına tepki verdiler. Dahası değil Türkiye’deki dünyanın herhangi bir yerindeki deprem bile Türk insanını etkiler oldu. Bu maalesef depremin toplumumuz için bir “kollektif travma” haline geldiğine işaret ediyor. Van depreminde bütün çıplaklığıyla su yüzüne çıkan yetersizliklerin sebeplerinden biri de bu travmanın etkileridir.  

Kollektif Travmaya Tepki Toplumlara Göre Değişiyor

Toplumsal hafızaya yerleşen travmatik olaylar, farklı toplumsal tepkilere yol açabiliyor. Bu tepkilerin nasıl olacağını daha çok o toplumun kültürel alt yapısı, gelişmişlik ve eğitim düzeyi ve sosyo-ekonomik seviyesi belirliyor. Mesela serinkanlılığıyla ünlü İngilizler, ülkelerinde yaşanan terör olaylarından halkı korumak ve bunun kollektif travmaya dönüşümünü engellemek amacıyla bir proje başlattılar: 3 yıl içinde 3000 psikoterapist yetiştirme projesi. Bu projeye milyonlarca pound ödenek ayırdılar ve kanaatimce büyük oranda da başarılı olacaklar. Aynı tavrı 11 Eylül saldırıları için ABD de gösterdi. Japonlar deprem ülkesi oldukları gerçeğini kabullenerek 10 büyüklüğünde depremlere dayanabilecek binalar inşa ettiler.

Türkiye Depremi Neden Böyle Karşıladı?

Duygularıyla hareket etme noktasından düşünce boyutuna yükselemeyen toplumlarda travma karşısındaki tutum istenilen düzeyde olamıyor. Hele hele bir yüzyıl içinde savaş, darbe, terör, anarşi ve deprem gibi üst üste travmalara maruz kalmış, yani bir ‘kompleks travmayla’ karşı karşıya olan Türk toplumu için beklenen tepkiyi vermek daha da zor oluyor. Bu tarz toplumlarda ‘yadsıma, şuuraltına bastırma ve duyguları izole etme’ mekanizmaları daha çok işliyor. Travmanın yarattığı acı, korku ve kaygı, toplumsal şuuraltına gönderiliyor, o olay sanki olmamış gibi davranılarak sözde bir geçici rahatlama elde ediliyor. Ancak bu rahatlama günü kurtarmaktan başka bir işe yaramıyor ve bir toplumsal ataletin, demotivasyonun ve basiretsizliğin de temellerini atıyor. Geri bastırma ve inkar zorluklarla mücadelede kullanılabilecek en zayıf ve immatür savunma mekanizmalarıdır. Sorunları sümenaltı etmekten başka bir işe yaramazlar. Travmayı tetikleyen bir olayla karşılaşıldığında yaşanacak sıkıntının çok daha büyük olmasına zemin hazırlarlar.

deprem

Türk toplumunun ‘balık hafızalı’ olmasının altında da bu kollektif altşuura bastırma yatmaktadır. Türkiye gerek ekonomik, gerek insan gücü ve gerekse teknik donanım açısından bu tür depremlerle bin kez başa çıkabilecek güce sahipken, travmanın yarattığı dona kalma ve şokla bunları devreye sokamamış ve maalesef iyi organize olamamıştır. Bu tespitler ışığında Türkiye’nin deprem konusundaki sorununun lojistik değil psikolojik olduğunu söylemek yanlış olmaz kanaatindeyim.

Depremden Korunmanın Çaresi ‘Kollektif Bilinçtir’

Deprem gibi kollektif travmalarda yaşanan ataletin ve çaresizliğin önüne geçmenin birinci şartı şuuraltına gönderilmiş korku ve acıyı şuur seviyesine çıkarıp onunla korkusuzca yüzleşebilmektir. Yani deprem gerçeğini kabul ederek hareket etmektir. Bunun için en büyük iş hükümete ve yerel yönetimlere düşüyor. Birinci Van depreminden sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar en azından hükümetin deprem konusunda daha kararlı olduğunun sinyali niteliğindeydi. Ancak ikinci Van depremi gösterdi ki bu sinyal yerel yönetimlerce ve ilgili birimlerce yeterince algılanamamış. Hükümete uyanmanın yanında uyandırma görevi de düşüyor. Toplumun en alt katmanlarına kadar bu bilinçlendirmenin en kısa zamanda gerçekleştirilmesi gerekir. Aksi taktirde kollektif travmaların insanlığa dayattığı “tarih tekerrürden ibarettir” yaftasının esiri olmaya devam eder ve yok yere binlerce insanımızı kaybederiz.

Deprem Doğacak Bebeği Bile Etkileyebiliyor

Araştırmalar depreme maruz kalan hamile kadınların çocuklarında stres bozukluklarının görülme sıklığının normal popülasyondan daha fazla olduğunu ortaya koyuyor. Bu çocuklarda travma sonrası stres bozukluğunun bir göstergesi olan irkilme ve göz kapağı refleksinin diğer çocuklara göre daha uyarılmış olduğu saptanmıştır. Daha doğmamış bir çocukta bu etkileri yapan depremin bunu birebir yaşayan çocuklarda nasıl bir etki yaratabileceğini siz düşünün. Bu araştırmalar ve klinik deneyimlerimiz ışığında bu tür travmaları sadece lojistiğin halledemeyeceğini ifade etmek isterim. Lojistik olmazsa olmaz destektir, ama tek başına yeterli değildir. Üçüncül hizmetin, yani etkin psikoterapi hizmetlerinin yaygınlaştırılması gerekir. Depremden şu veya bu şekilde kurtulan vatandaşlarımız ve toplumun büyük bir kesimi travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, panik, takıntı gibi ruhsal sıkıntılar açısından risk altındadırlar. Hedefimiz vatandaşlarımızı bu bozukluklardan kurtararak hayatlarına sağlıklı bir şekilde devam edebilmelerini sağlamak olmalıdır. Bunun için İngiltere modelinde olduğu gibi ‘kompleks  toplumsal travmalarımıza’ karşı bir ‘Ruh Sağlığı Seferberliği’ düzenlenmeliyiz. Çünkü ruhsal müdahale olmadan verilen eğitimlerin ve yapılan uyarıların bir faydası olamıyor. Travmanın yarattığı sağırlık ve körlük buna engel oluyor.

PROF. DR. ADNAN ÇOBAN

PSİKİYATRİST-PSİKOTERAPİST

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) belirtileri nelerdir?

Yeniden yaşantılama (re-experience, hatırlama): Travma sonrasında olayla ilgili rahatsız edici anlar kişinin zihninde sürekli dönmeye başlar. Olayın görüntüleri, olay anında ortaya çıkan sesler, hatta kokular, tatlar ve bedensel tepkiler istenmeden akla gelir. Kişi bunlar aklına geldiğinde olayı yeniden yaşıyormuş gibi olur ve bu esnada iç sıkıntısı, bunaltı, çarpıntı, terleme, titreme, nefes alamama gibi belirtiler yaşar. Örneğin depremde göçük altında kalmış kişilerde hafif sarsıntı ve gürültülerde bile sanki göçüğün altındaymış hissi yaratabilir. Kişi bu durumda şiddetli bir bunaltı yaşayabilir ya da panik atak geçirebilir. Yine depreme maruz kalan bireylerde bir sarsıntı olmadığı halde yer sallanıyor hissi sıklıkla görülür. Yeniden yaşantılama sırasında gördüğü hayallerle konuşma, bir tehlike olmadığı halde kaçmaya çalışma gibi davranışlar görülebilir. Disosiyasyon: Kişinin dış dünyayı değişmiş gibi algılaması (derealizasyon), bedeninin dışındaymış ve dışarıdan seyrediyormuş gibi hissetmesi ya da kendini değişmiş gibi (depersonalizasyon) algılamasıdır. Depremzedelerin olayı hatırlaması istendiğinde kafasının tamamen boş olduğu ve hiçbir şey hatırlayamadığı şeklindeki ifadeleri de bir disosiyasyon halidir. Depremle ya da başka bir sebeple travmatize olmuş kişilerde aşırı derecede duygusal uyuşma (emotional numbing) hali kişinin kafasının içi boşmuş gibi hissetmesi, hiçbir duygu hissedememesi şeklinde kendini gösterir. Kaçınma: Kişi depremi (olayı) hatırlatan yer, durum, konuşma, hatta duygu ve düşüncelerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışır. Olayı hatırlamak büyük bir sıkıntı, acı ve korku hissine yol açtığı için kişi olayı hatırlatan yerlere gitmez, bu konulardan bahsetmez veya konuşulan yerlerden uzak durur. Örneğin enkaz altında kalmış bazı kişiler evinin enkazının bulunduğu yeri görmeye dayanamaz, olayla ilgili görüntülere tahammül edemezler. Bilinçdışı kaçınma reaksiyonlarından biri de kişinin olayın en sıkıntı verici bölümlerini unutması ya da güçlükle hatırlamasıdır. Kişi olayı kasten hatırlamıyor değildir bilinçdışına bastırmaya çalışmaktadır. Travmalardan sonra toplumdan uzaklaşma, geleceğe karamsar bakma, hayatı anlamsız görme, “Benim yaşadıklarımı kimse anlayamaz” tarzında düşünceler, olayı yaşamamış kişilerden duygusal olarak uzaklaşma, sadece travmayı yaşamış olan kişilerle iletişim kurma, duygularda körelme, sevinç ve üzüntü hissedememe, yardıma kapalı olma, gelecekle ilgili plan yapamama ve aktivitelerde azalma görülebilir. Aşırı uyarılmışlık (hipervijilans):  Deprem sonrası kişiler kendilerini diken üstünde ve sürekli tetikte olabilirler. Her an deprem tekrar edecekmiş ya da tehlikeli bir durum olacakmış gibi hissedebilirler. Yaşamlarını bu ihtimali düşünerek şekillendirirler ve aşırı kontrolcü ve tedbirli davranmaya başlayabilirler. Örneğin depreme maruz kalan kişilerde girdikleri her binayı çatlağı var mı, kapısından kolay kaçılabilir mi diye kontrol etme, yolda yürürken binaların üstlerine devrilmesinden korkma, direklere yaklaşamama görülebilir. Tedbir davranışı gerçekten kopuk ve şiddetli bir seviyeye ulaşabilir. Deprem sonrası ani ses ve hareketlerde irkilme (startle) ya da sıçrama görülebilir. Kapı çarpması, yüksek sesle konuşma, birinin aniden odaya girmesi gibi beklenmedik durumlarda kişi yerinden sıçrar ve uzun sürebilen bunaltı (çarpıntı, terleme, titreme, nefes daralması) yaşar. Depremde balkondan ya da pencereden atlamalar birer irkilme reaksiyonudur. Uykuya dalmada güçlük, sık sık uyanma, kabuslar görme, kabusla uyanma, gece olayı hatırlayarak uyanma gibi belirtiler de görülebilir. Travmalardan sonra aşırı uyarılmışlığa bağlı dikkat bozuklukları ve buna bağlı unutkanlıklar da görülebilir. Özellikle travma sonrasında yükselen stres hormonları bellek merkezi olan hipokampusta hacim küçülmesine sebep olabilir, bu da unutkanlığı şiddetlendirebilir.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu Tanı Kriterleri Nelerdir?

Kişi aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu travmatik bir olayla karşılaşmıştır:

Kişi gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir. Yaşamış olduğumuz deprem tam anlamıyla bu tanıma uyan bir doğal afettir.

Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır. Çocuklar bunların yerine dezorganize-dağınık ya da ajite davranışlarla tepkilerini dışa vurabilirler.

Travmatik olay (deprem) aşağıdakilerden biri ya da daha fazlası yoluyla sürekli olarak yeniden yaşanır:

Olayın, elde olmadan tekrar tekrar anımsanan sıkıntı veren anıları: Bunların arasında düşlemler, düşünceler ya da algılar vardır. Küçük çocuklar, travmanın kendisini ya da değişik yönlerini konu alan oyunları tekrar tekrar oynayabilirler. Depremde göçük altında yaşanan süreç, deprem anında ortaya çıkan gürültü, sarsıntı, o an karşılaşılan görüntüler, sesler, sarsıntılar, etraftaki insanların bağrışmaları, sonrasında medyada yer alan görüntüler, kurtarma esnasında ekrana yansıyanlar vs. tekrar tekrar yaşanıyormuş gibi olur.

Olayı, sık sık sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme. Çocuklar, içeriğini anlamaksızın korkunç rüyalar görebilirler.

Travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme

Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma.

Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme.

Aşağıdakilerden üçünün (ya da daha fazlası) bulunması ile belirli, travmaya eşlik etmiş olan uyarılardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma (travmadan önce olmayan)

Travmaya (depreme) eşlik etmiş olan düşünce, duygu ya da konuşmalardan kaçınma çabaları.

Travma ile ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler ya da kişilerden uzak durma çabaları.

Travmanın önemli bir yönünü hatırlayamama.

Önemli etkinliklere karşı ilginin ya da bunlara katılımın belirgin olarak azalması.

İnsanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları.

Duygulanımda kısıtlılık (örneğin; sevme duygusunu yaşayamama)

Bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma.

Aşağıdakilerden ikisinin ya da daha fazlasının bulunması ile belirli, artmış, uyarılmış, semptomlarının sürekli olması:

Uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük

İrritabilite, huzursuzluk ya da öfke patlamaları.

Düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada zorluk çekme.

Hipervijilans (aşırı uyarılmışlık)

Aşırı irkilme tepkisi gösterme.

Bu belirtiler 1 aydan daha uzun sürerse tanı TSSB’dir.

Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, meslekî alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya sebep olur.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu olan bireylerde ne gibi tedavi yaklaşımları uygulanmaktadır?

Tedavinin en önemli ayağı teşhisin koyulabilmesidir. Erken tehis tedaviyi de kolaylaştırmaktadır. Tedavide ilaç tedavisinin yanı sıra travma odaklı psikoterapiler uygulanır. İlaç tedavisi olarak kişinin yaşadığı belirtilere ve belirtilerin şiddetine göre planlama yapılır. Eğer aşırı uyarılmışlık ön planda ise anksiyeteyi azaltacak ilaçlar, antidepresanlar ve düşünceyi rahatlatacak antipsikotik ilaçlar kullanılabilir. Ancak sadece ilaç tedavisi TSSB’nin tedavisinde yeterli olmamaktadır. Evet, kişiyi biraz olsun rsahatlatmakta, uykularını düzenleyebilmekte, nispeten stabilize etmekte ama travmanın işlemlenmesine direk katkısı olmamaktadır. Bunun için travma odaklı yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Her türlü terapi yöntemi TSSB’ye katkı sunmaktadır. Ancak son yıllarda EMDR terapisi çok daha öne çıkmaktadır. EMDR içerdiği zengin ve farklı protokollerle TSSB’de son derece etkili olmaktadır. Beraberinde kişinin sağlıklı bir yaşam alanına yerleştirilmesi, temel ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal destek ve hayata uyum çalışmalarına alınması tedaviye büyük katkı sunmaktadır.

Depremden sonra depreme maruz kalanları ya da maruz kalmasa da etkilenen bireyleri nasıl bir süreç bekliyor?Deprem her ne kadar deprembilim gelişmiş olsa da henüz zamanı ve şiddeti tam olarak kestirilebilen bir afet değil. Deprem konusundaki en büyük prob

Deprem her ne kadar deprembilim gelişmiş olsa da henüz zamanı ve şiddeti tam olarak kestirilebilen bir afet değil. Deprem konusundaki en büyük problem de budur. O yüzden her şeyden önce can kaybını ve travmayı minimize edecek çalışmaların bir an önce ve eksiksiz yapılması moral ve motivasyon açısından son derece önem arz eder. Ancak her şeye rağmen kestirilememesi ve insanların beklenmedik anda yakalanmaları ki yaşadığımız büyük depremler hep gece yarısı oluştu, büyük yıkımlara sebep olmaktadır. Bu da sadece depremzedelerin değil o toplumda yaşayan bütün insanların hayatını alt üst etmektedir.

Böyle beklenmedik anlarda ortaya çıkan travmalar bireylerde yoğun bir şaşkınlık ve korkuya sebep olur. İlk anda oluşan bu şaşkınlığın yanı sıra insanlar duygu ve davranışlarını fark etmede de zorluk çekerler.

İnsanların deprem gibi travmalara tepkileri dört dönemde seyreder

1. dönem: Deprem sonrası ilk günlerdir. Bu dönemde insanlarda bir korku ve şaşkınlık oluşur. Maruz kalan kişiler ne yapacaklarını bilemezler. İnisiyatiflerini geçici bir süre kaybederler. Çevresindeki aile bireyleri, komşular, eş, dost ve yardım ekiplerinin yardımı ile ayakta dururlar.

2. dönem felaketin 2. Haftasından sonra başlayıp birkaç ay süren dönemdir. Bu dönemden kişi duruma adapte olmaya, bir uyum mekanizması geliştirmeye çalışır. Yaşananları ve yaşanan belirtileri inkâr ederek hayata tutunmaya çalışır. Bu bir çeşit savunma davranışıdır.

3. dönem bir yıla uzayabilen bir süreçtir. Barınma, yeme, içme gibi temel ihtiyaçların yanı sıra sevgi, sıcaklık, şefkat gibi duygusal ihtiyaçlar karşılanmazsa doğal olarak bir öfke, hüzün ve hayal kırıklığı öne çıkar. Ancak bazı kişilerde bu ihtiyaçlar karşılansa bile kaybettiklerinin artık geri gelmeyeceği ve hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı düşüncesi ön plana çıkar. Birlikte yaşama ve hareket etme motivasyonu düşer ve kişinin ruhsal sorunları artmaya başlar.

4. dönem re-adaptasyon ve yeniden yapılanma dönemidir ve yıllarca sürebilir.

Depremzede insanların psikolojik müdahalesinde hangi dönemde ve hangi ihtiyaçlarının olduğu çok önemlidir. Planlama o ihtiyaca göre yapılmalıdır.

Depremde yakınlarını, anne-babasını kaybetmiş olan çocuklarda nasıl bir yaklaşım benimsenmeli? Neler yapılmalı?

Erişkinler gibi çocuklar da yakınlarını kaybettiklerinde bir yas reaksiyonu verirler. Çocuklar kayıp yaşadıklarında gelişimsel ve zihinsel düzeylerine göre ölüm açıklanmalı ve sağlıklı bir şekilde yaslarını yaşamaları sağlanmalıdır. Çocukları kayıp ve onun yarattığı karşısında aşırı korumak rasyonel bir yaklaşım değildir. Çünkü yas doğal olarak acıyı barındıran normal bir süreçtir. Üzülmesin diye gereksiz çabalar içerisine girildiğinde çocuğun yasını yaşaması engellenmekte bu da ilerleyen üsreçte karşımıza psikolojik bozukluklar olarak çıkmaktadır. O yüzden aile bireyleri ve çevresindekilerle birlikte çocuğun yasını yaşaması için zemin hazırlamak gerekir.

Neler yapılabilir:

Mümkün olan en kısa zamanda çocuğun en yakını ve en güvendiği kişi kaybı bildirmelidir. Ebeveynlerinin ikisi de vefat etmişse çocuğun sorumluluğunu alacak kişinin söylemesi çok daha uygundur.

Kaybedilen kişi için “gitti” gibi muğlak ifadeler yerine acı da olsa “öldü” gibi net ve açık ifadeler kullanmak gerekir. Yani gerçek neyse o söylenmelidir.

”Hastaneye gitti, iş seyahatine çıktı” gibi yalanlar çocuğa hiçbir fayda sunmazlar. Ölüm gerçeğini çocuğun da öğrenmeye hakkı vardır. Kayıp karşısında her çocuk üzülür ama her çocuk travmatize olmaz. Gerçeği söyledikten sonra yanında olmak, sevgi, şefkat ve merhameti eksik bırakmamak birçok çocuk için iyileştirici olacaktır. Eğer buna rağmen travmatize olmuş ise psikolojik destekle bu durumu atlatmasına yardımcı olmak gerekir.

Çocuklardan üzülmesin diye duyguları gizlemek, ona duygularını içe atmayı ve içinde yaşamayı öğretir. Hatta onu yalnızlaştırabilir. Oysa bu tür kayıpların yaralarını sarmada en etkili ilaç paylaşmaktır.

Çocukların soyut düşünme kabiliyetleri ve muhakemeleri yeterince gelişmiş olmadığından bazen yaşananları anlamakta ve kavramakta zorluk çekerler. Bu da birtakım çarpıtmalara, yanlış anlamalara, yanlış öğrenmelere sebep olur. Bu yanlış anlamalar ilerleyen süreçlerde çocuğun karakterini ve kişiliğini olumsuz yönde etkiler. Bunu önlemek için çocuk soru sorması için cesaretlendirilmelidir. Bazen de dolaylı olarak hikayeler ya da masallarla yaşadığı duygular ve düşünceler deşifre edilmeye çalışılmalı. Bu tarz anlatımlar çocuğun iyileşmesinde de etkili olmaktadır.

Çocuğun her sorusuna cevap verilmelidir. “Ben de mi öleceğim?” gibi anne-babayı tetikleyen, korkutan ve zorlayan sorular bile geçiştirilmeden cevaplanmalıdır. Soruya uygun, kısa ve net cevap vermelidir. Bu soruyu sadece çocuklar sormaz, erişkinler de sorar. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki her canlı bir gün ölecek. Bu kaçınılmaz. Ancak ne zaman öleceğimizi bilmeyişimiz bizi bu amansız gerçeğin olumsuz etkisinden kurtaran bir ödül gibidir. Evet hepimiz bir gün öleceğiz ama ne zaman öleceğimizi bilmeyişimiz bizim için her anı anlamlı kılar. Yetişkin için geçerli olan bu kural bir çocuk için de geçerlidir. Yetişkinler kendi acılarını gizlemeye ihtiyaç duymaksızın çocuğun acısına duyarlı olmalı, onu daha çok sarıp sarmalamalı, sık sık sarılıp, öpmeli, anlayan ve anlamlı gözlerle bakmalıdır.

Yaşı 10’u geçmiş olan çocuklar ölümün “son” olduğu fikri idrak edebildiklerinden ölen ebeveynine sadakatlerini ispat etmek için başka bir kişiyi onun yerine koyma fikrini reddederler. Bazıları bu yüzden yakın ilişkiden kaçınır ve her türlü sempatik yaklaşıma direnç gösterirler. Eğer bu çok şiddetli seviyedeyse ve gitgide yerleşmeye başladıysa psikolojik destek almaları sağlanmalıdır.

Çocukların cenaze törenlerine katılmaları, mezar ziyaretlerine gitmeleri onun bu acı gerçeği kabul edip sindirmesi için gereklidir. Ölenin öldüğünü kabul etmek de önemli bir aşamadır. Bunu anlamak ve vedalaşmak için her kültüre özgü olarak gerçekleştirilen ritüeller ihmal edilmemelidir. Ancak çocuk gitmek istemiyorsa zorlamamalı ve biraz zamana bırakmalıdır.

Deprem sonrası ilk dönemlerde çocuklar için neler yapılabilir?

Onlarla daha fazla zaman geçirmeli Fiziksel temas, sarılma çok önemlidir. Çocukların gerginliklerini azaltmada oyun oynamak çok etkilidir. Onlara oyun alanı yaratılmalı. Yine gerginliklerini gidermek ve içlerinde saklı tuttukları duygularını deşarj etmek için resim vb. tekniklerden istifade edilmeli Büyükçe çocuklara yaşanan olaylar biraz daha detaylı anlatılabilir. Duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri konusunda onları desteklemeli ve yüreklendirmeli Desteklendiklerinden ve güvende olduklarından emin olmaları sağlanmalı Onların kendilerini kendilerince ifade etmelerini sağlamalı. Örneğin “seni anlıyorum” yerine “anlat, ne zaman, nerede, nasıl?” yönergeleriyle dinleyici konumunda olmalı Çocukların da adaptasyon kabiliyetleri olduğu unutmamalı ve onlara başa çıkma becerileri öğretilmeli.