adnan çoban,tmu tedavisi,dirençli depresyon,istanbul depresyon tedavisi,depresyon tedavisi
Farmakogenetik Uygulamaların Tedavi Sürecine Katkıları Nelerdir? | Doç. Dr. Adnan Çoban

<p>Farmakogenetik uygulamaların tedavi sürecine katkıları nelerdir? Farmakogenetik testler insanların genetiklerinin ilaçlarla nasıl etkileştiğini ortaya koyarak doktorların hastalarının genetiklerine uygun ilaç ve dozu belirlemelerine yardımcı olur.Bunu şu üç sorunun cevabını netleştirerek yaparlar. 1.İlaç hastanın genetiğine uygun mu? Yani hastada ilaca karşı bir genetik direnç var mı yok mu? Varsa o ilaç büyük bir ihtimalle hastaya etki etmeyecek demektir. 2.Hastanın bedeni ilacı hızlı mı yoksa yavaş mı metabolize ediyor? Hasta için uygun doz nedir?Eğer hızlı metabolize ediyorsa ilacı daha yüksek dozda, yavaş metabolize ediyorsa daha düşük dozda kullanmak gerekmektedir. Üçüncüsü de ilacın hastada yan etki oluşturma potansiyeli nedir? Yani ilaç hasta için emniyetli midir? Testler doktoru ilacın hastaya özel olası yan etkileri konusunda uyarır. Farmakogenetik testler bu üç sorunun cevabını vererek ilaç tedavilerini prospektüs bilgisinin çok daha ötesine taşırlar. Hekimlerin klinik deneyimlerine ilaç etkinliği ve yan etki profili hakkında kanıta dayalı veriler sunarak onları deneme yanılma kıskacından kurtarır ve en çok zorlandıkları tedaviye direnç konusunda işlerini kolaylaştırır. Örneğin dirençli depresyonlarda hastanın antidepresanlara nasıl tepki vereceğini. Önceden tahmin ederek hasta için uygun etkin ve emniyetli ilacın bulunmasına katkı sağlar. Farmakogenetik verdiği katkılarla kişiye özel tıp uygulamalarının önünü açmakta tedavi başarısını ve hastanın yaşam kalitesini artırmaktadır</p>

Madde ve alkol bağımlılığı tedavisi nasıl yapılır ile ilgili Doç. Dr. Adnan Çoban'ın video içeriğine web sayfamızdan ulaşabilirsiniz.
Madde ve Alkol Bağımlılığı Nasıl Tedavi Edilir?

<p>Madde ve alkol bağımlılığı kişinin zihinsel, ruhsal,sosyal ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılayarak olur. Yani bu tedavi bütüncül bir tedavidir. Yani sadece ruhsal tedaviyle olmaz. Veya Sadece ilaçla madde bağımlılığını tedavi edemezsiniz. Peki öncelikle sürekli konuşulan bir mevzu vardır. Kişinin önce kendisini istemesi lazım. Ben buna katılmıyorum. Kişinin Kendisinin istendiğini beklersek o kişi&nbsp; ölümle ölüm riskiyle&nbsp; karşı karşıya bırakmış oluruz ki buna hiçbir şekilde hakkımız yok. Bir Ruhsal uzman olarak en azından ben&nbsp; isteğinin bırakma isteğinin getirilmesini ve tedavinin bir parçası olduğunu düşünüyorum ve çoğu zaman kişiler kendileri istemiyorlar.O zaman ne oluyor? Eğer ileri derecede bir ölümle yani ölüm riskiyle karşı karşıya ise işte efendim&nbsp; polis işte güvenlik güçlerinden veya işte savcılıktan bir takım yetkiler alınarak kişinin efendim hastaneye sevgi sağlanabiliyor. Ailelerin çoğu zaman&nbsp; çaresiz kaldıkları meselelerden bir tanesi bu.Yani kişiyi hastaneye tedaviye sevk etme noktasında sorun yaşıyorlar. Burada tabii hekimle birlikte kooperatif olarak bu aşamanın geçilmesi söz konusu olabilmektedir.Bu aşamayı geçtik.Hasta Efendim eğer madde uzaklaşıyorsa ne yapmamız gerekiyor? Onu bir şekilde birini müşahede&nbsp; gözlem altına almamız gerekiyor. Çünkü orada klinik mücadele altında dışarıda olduğundan çok daha emniyetli olacaktır. Burada ne yapıyoruz? Yoksulluk ataklarını sağlıklı bir şekilde atlatmasını sağlıyoruz kişinin.Çünkü yoksulluk döneminde kişilerde efendim birtakım fiziksel belirtiler mesela işte alkol bağımlısı olan insanlar dediğimiz işte&nbsp; şoka kadar&nbsp; varabilen kişinin ölümüne bile sebep olabilen yoksunluk belirtileri sözkonusu oluyor. Bunun mutlaka bir hastane ortamında Tedavi Edilmesi, bu yoksunluğu giderecek&nbsp; bir takım ilaç tedavilerinin eklenmesi gerekiyor. Yine efendim serum tedavisiyle kişinin&nbsp; bu maddeden arınması, vücudundaki toksik maddeden uzaklaştırılması da son derece önemli bir tedavi protokoldür.Bunun yanında hastanede yattığı süre içerisinde sadece ilaç tedavisi ve kişiyi tecrit etmek son derece yetersiz bir tedavi yaklaşımıdır. Biz ne yapıyoruz? Bu süreçte kişiye aktif bir ruhsal destek veriyoruz. Psikoterapi uygulaması yapıyoruz. Özellikle işte bir kişi hastaneye yattığı zaman tedavi için en az altı hafta kadar hastanede yatılıyor. Bu altı haftalık süre bizim için son derece önemli bir kritik bir süredir.Altı haftada biz bir insana bir yıllık psikoterapi desteği verebiliyoruz. İşte Travmalarını tespit ediyoruz.Travmalarını efendim işte&nbsp; giderecek işte EMDR gibi EMDR gibi birtakım yöntem kişinin travmalarından&nbsp;arınmasını sağlıyoruz. Yine Efendim işte yanlış inanışları kendine işte efendim yanlış tanımlamalarıyla ilgili sorunlar varsa bilişsel davranışçı terapilerle bunların düzeltilmesinde son derece yardımcı oluyoruz. Aynı zamanda madde bağımlılığında çok sık olarak gördüğümüz dikkat ve konsantrasyon zafiyeti, beyin performansının düşmesi, beyin gücünün azalması&nbsp; için de beyin terapi dediğimiz yani beynin güçlendirilmesi&nbsp; terapileri. Bunlar bilgisayarlı modüllerle kişinin dikkat, hafıza ve diğer konsantrasyon birtakım&nbsp; beyin fonksiyonlarının güçlenmesini sağlıyoruz. Yani kişi dışarıya çıktığında amiyane bir tabirle maça&nbsp; bir sıfır galip bir şekilde başlamış oluyor. Daha sonrasında tabii yapmamız gereken en önemli şey aile ile olan bağları tekrar güçlendirmek, aileyi eğitmek ve sosyal kişinin bağımlılıktan uzaklaşacağı sosyal bir ortamı tesis etmek oluyor.</p>

uyusturucu-bagimliligi
Uyuşturucu Bağımlılığı

<p><span style="line-height:100%">Uyuşturucu bağımlılığı, eroin, kokain, esrar, ekstazi gibi maddelere bağımlılıkla karakterize bir rahatsızlıktır. Eroin damardan alınan ve son derece zararlı, son derece öldürücü bir maddedir. Ki bu maddeyi kullanan insanlar zaten en bu bağımlılığın en uç uç noktasındadırlar. Çoğu zaman baştan zevk verir. Ama daha sonra bu zevk git gide azalmaya başlar. Tolerans dediğimiz yani kişi aldıkça daha da dozu arttırma ihtiyacı içerisinde. Hisseder kendisini. Ve sonuçta hem zevk alamaz hem de çok yüksek dozlarda madde kullanma tehlikesi karşı karşıya kalır ki işte altın vuruş dediğimiz durum bu eroinle karakterize bir durumdur ki bu kişi bu yüksek doz eroinden çoğu zaman ölür. Yine kokain kokain maddesi de aşırı uyarıcı bir maddedir. İşte taş şeklinde ve burundan çekerek farklı şekillerde alınabilmektedir. Kokain de hatta işte özellikle zengin kesimin işte parası işte hali, vakti yerinde olan çevrelerin kullandığı madde olarak bilinir. Ve çoğu zaman sanki zarar yokmuş gibi birtakım yanılsamalar söz konusudur. Kokain maddesi kullanan insanlarda ilerleyen süreçte paranoya paranoya bozukluklar, aşırı şüphecilik, aşırı agresif davranışlar ve hatta beyin damar çatlamaya bağlı olarak beyin kanamaları söz konusu olur. Olabilir ki zaten bazen maalesef işte artistlerden veya efendim sanatçılardan kokain sebebiyle beyin kanamasından ölen insanları maalesef bu toplumda görmüş oldum. Yine gibi dediğimiz yani aşırı uyarıcı maddeler de gençler arasında sıklıkla kullanılmakta. Hatta gençler bunu ya işte hocam akşam eğlenmeye gittiğim zaman ekstazi'yi atıyorum ve işte bir anda kendimi dünyanın en güçlü, en iyi dans eden genci gibi hissediyorum. Diyen gençlerle çok karşılaşıyoruz. Böyle bir sahte bir işte enerji ortaya koyan bir maddedir ki son gene basına yansıyan haberlerden gördük. Çok genç yaşta bunu kullanıp kalp krizinden ölen insanlar söz konusu olabilir. Yine ODTÜ günahı yoktur şeklinde efendim yanlış bir inanışla çok yaygın bir şekilde kullanılan yani dünyanın belki de en önemli halk sağlığı sorunlarından biri olan esrar bağımlılığı da çok sık karşılaştığımız bir bağımlılık tipidir. Esrarın böyle günahı yoktur şeklinde algılanması onu daha da tehlikeli hale getiriyor. Ben size sadece bir araştırmadan bahsedeyim. Dünyada yapılan geniş kapsamlı bir Araştırmada esrar kullananlarda şizofreni riskinin yedi kat arttığı tespit etmiş, ortaya koyulmuştur. Yani esrar kullanan bir insan yüzde yedi gibi yani yedi kat normal bir insandan yedi kat daha fazla akıl hastası olma riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Sonuç olarak bütün bu kimyasallar sahte bir mutluluk, sahte bir efendim güven duygusunu insanlara empoze etmekte ve zaman içerisinde kişiler bu duyguları da Yaşayamaz, yaşayamaz ve çok yüksek dozda madde kullanarak hayati tehlikelerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Tedavisinde ise maddeden arındırma efendim kişinin ruhsal boşluğunu efendim giderecek birtakım travma terapilerini devreye sokma ve aile bağlarını, sosyal bağlalarını, kişinin güçlendirme prensibi son derece önem arz etmektedir.</span></p>

Şizofreni hastalığının sebepleri nelerdir ile ilgili Doç. Dr. Adnan Çoban'ın video içeriğine web sayfamızdan ulaşabilirsiniz.
Şizofreni Hastalığının Sebepleri

<p>Şizofreni hastalığının biyolojik, psikolojik ve çevresel sebepleri söz konusudur. Biyolojik sebepler genelde genetik etkenlere bağlıdır. Nöro regülün bir adını verdiğimiz genin şizofreni hastalığında son derece etkili bir faktör olduğunu artık biliyoruz. Genetik çalışmalarla zaten bu yatkınlık tespit edilmiştir. Mesela birinci derece akrabasında akrabalarında şizofreni hastalığı olan kişilerde normal toplumda on binde seksen beş yüz gibi görülürken şizofren hastalığının dört on kat çok daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir. Yine tek yumurta ikizlerinde bir ikizde hastalanma söz konusuysa diğer ikizde yüzde otuz beş oranında fizyofre hastalığının görüldüğü tespit edilmiştir. Yani sonuçta genetik yatkınlık, şizofrenin oluşumu açısından son derece önemlidir. Yine viral etkenler. Efendim eee bazı virüslerin insan beyindeki hücreleri, nöronları etkileyerek şizofreni eee sebep olan o genetik altyapıyı oluşturdukları üzerinde durmaktadır. Ki mesela kış aylarında doğan çocuklarda yaz aylarında doğan çocuklara nazaran şizofren hastalığının çok daha fazla görüldüğü gibi bir istatistikler bilgi de söz konusudur. Ancak burada vurgulamak istediğimiz önemli bir nokta var. Biyolojik Etkenler, genetik etkenler tek başına şizofren hastanın oluşumuna yeterli diğildir. Bir çok aile bize soruyor. Hocam işte bizim dedemizde efendim eh anneannemizde, babamızda, dayımızda, şizofren hastalığı var. Ben işte çocuğumun çocuğumun şizofren hastası olacağından korkuyorum. O yüzden hatta çocuk sahibi olmak istemiyorum gibi eh bi takım yakınmalarla, şikayetlerle gelen kişiler oluyor. Onlara özellikle şunu eh söyliycem, tek başına genetik yatkınlık, şizofreni hastalığının oluşması için yeterli diğildir. Bu bilgiden hareketle genetik etkenin tek başına şizofrenin eee oluşumunda yeterli olmayacağını söylemiştik. Mesela bir örnekle bunu açıklayalım. Tek yumurta ikizlerinde eş hastalanma oranı yüzde otuz beş. Yani bu bir manada şunu gösteriyor. Demek ki tek yumurta ikizleri bildiğiniz gibi yüzde yüz genetik olarak aynı tıpkı olan insanlardır. Birinde eee hastalık varsa diğerinde hastalanmama oranının yüzde altmış beş olduğunu gösteriyor. Yani çevresel etkenler çok daha oluyor. Nedir bu çevresel etkendir? Mesela psikolojik olarak en önemli etken eee hostil yani düşmanca tavırları olan paranoid, şüpheci, sürekli insanlarla kavga eden şizoit, insanlardan kaçan insanları sevmeyen, ilgisiz bir anne tipolojisi. Bu tip annelerin çocuklarında şizofren hastalığının çok daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir. Yine Bazı toplumsal olaylar, mesela savaşların sonrasında ortaya çıkan açlık, kıtlık gibi birtakım durumlar, aşırı kentleşme, hatta çok ilginç bir şey vardır, bir bilgi vardır. Komşu komşuluğun az geliştiği, gerilediği yerlerde şizofren hastalığı çok daha fazla görülebiliyor. Göç, yine şizofreni hastalığını görülme sıklığını arttıran önemli bir etken. Yani sonuçta olaylarda şizofreniye bir zemin oluşturuyor. Eğer bunun kişide bir genetik yatkınlık da söz konusuysa hastalanma ihtimalini arttırıyor.</p>

Hocam, farmakogenetik testleri kimlere önerirsiniz? Farmakogenetik testlerin ulaşılabilirlik ve fiyat performansı açısından daha uygun hale getirilmesine göre çalışmalar devam etmektedir. Bu ihtiyaçlar giderildikten sonra, Farmakogenetik testler uzun süre ilaç kullanması gereken hastalarda rutin bir uygulama haline gelebilecektir. Ancak farmakogenetik testler günümüzde daha çok dirençli depresyonlarda uygulanmaktadır. Araştırmalar daha çok bu alanda veri ortaya koymuştur. Ancak kronik şizofreni, bipolar bozukluk ve dirençli obsesif kompülsif bozukluk gibi psikiyatrik bozukluklarda da farmakogenetik testlerin tedaviye katkısı üzerine araştırmalar planlanmakta ve yürütülmektedir. Yeterince veri elde edildikten sonra uzun süre ilaç kullanmak zorunda kalan ve bazen hayatlarını zora sokan ilaç yan etkileriyle karşı karşıya kalan bu kişilerde de farmakogenetik tetkikler yapılabilecektir. Ayrıca bu psikiyatrik durumlarda sık karşılaşılan ve ilaç yan etkilerine bari olarak gelişen tedavi uyumsuzluğunun önüne geçilmesinde de bu testler büyük katkı sağlayabilecektir. Dolayısıyla ortaya koyulan verilerfarmakogenetik testlerin uzun süre ilaç kullanması gereken kronik psikiyatri vakalarında hem etkin hem de yan etki profili düşük ilacın belirlenmesinde önemli bir enstrüman olacağına işaret etmektedir.