Beslenme ve diyetin şizofreniye hem sebep hem de tedavi açısından etkileri vardır. Araştırma verilerine göre, şeker ya da doymuş yağ asidi tüketiminin uzun vadede şizofreni üzerinde etkili olduğu bildirilmiştir. Yüksek oranda şeker ve yağ tüketimi, beynin gelişiminden sorumlu olan nörotropik faktörün azalmasına sebep olur. Bu azalma beyindeki nöronlar arasındaki iletişimi sağlayan ve dendrit adı verilen uzantıların gelişiminde sorunlar oluşturur. Dendritlerin büyümesinden sorumlu olan madde, yüksek miktarlarda şeker ve yağ alınmasıyla azalır, bu da sinirlerin gelişmesini engeller.

Şizofrenili hastalarda yüksek oranda şeker ve yağ tüketimine bağlı olarak gelişen nörotropik faktör azalması, insülin direncine de sebep olur. Buna düşük Omega-3 tüketimi, beslenme düzensizliği, hareketsizlik ve alınan antipsikotik ilaçlar da eklenince metabolik sendrom gelişir, o da şizofreni belirtilerinde şiddetlenmeye sebep olur.

Şizofrenli Hastaların Yeme Alışkanlıkları Nasıldır?

Yeme alışkanlıkları coğrafyaya ve kültüre göre değişir. Örneğin kırsal bölgelerde yaşayan insanlar daha doğal ürünlerle beslenirken, kentlerde fast-food tarzı ve yapay yiyecekler öne çıkar. Pek çok sağlık sorununu da beraberinde getiren bu durum şizofreni için bir risk etkenidir. Sağlıksız beslenme şizofreniyi kötüleştirir.

Beslenme dengesizlikleri şizofreniyi tetikleyebildiği gibi şizofreni de beslenme bozukluğunu ve metabolik hastalıkları tetikleyebilir. Şizofrenili hastalar özbakımları azaldığı ve sağlık kurallarına uygun yaşamadıkları için zararlı besinleri çokça tüketir, rastgele yemek yer ve düzensiz beslenirler. Bu durum şizofrenili hastalarda diyabet ve koroner kalp hastalıkları riskini artırır.

Dünyada yaygın bir beslenme sorunu son dönemde dikkati çekmektedir. Obezite oranları ve buna bağlı ölümler gitgide artmaktadır. Örneğin İngiltere'de, son yıllarda hâkim olan beslenme tarzının zihin sağlığı üzerinde olumsuz sonuçlara yol açtığı görülmüştür. Sustain adlı örgüt ile Zihin Sağlığı Vakfı'nca desteklenen bir araştırmanın sonuçlarına göre; fast-food tipi ürünleride zararlı yağların çokluğu, vitamin ve minerallerin eksikliği depresyon, Alzheimer ve şizofreniyi tetiklemektedir. Zihnin beslenmesi bedenin de iyi beslenmesiyle mümkündür.

11 Aynı araştırmadan elde edilen ilginç bir tespit de, yemlerde kullanılan katkı maddelerinin ve tarım ilaçlarının hayvan organizmasında yol açtığı değişikliklerden insanların da zarar gördüğüdür. Yemlerdeki katkı maddeleri sebebiyle, Omega-6 yağ asidinin Omega-3'ten çok daha fazla tüketilmesi, üstüne bir de vitamin ve mineral eksikliğinin eklenmesi, depresyon, bellek sorunları ve şizofreninin oluşumunu kolaylaştırmaktadır. O yüzden aminoasitlere, özellikle de balık tüketimine daha fazla yer verilmesi tavsiye edilmektedir.

Çocuklara düzgün beslenme alışkanlıklarını kazandırmak, onları birçok hastalıktan koruduğu gibi şizofreniden de korur. Psikiyatri uzmanları, tedavide beslenme tercihleri üzerinde durmalı, bunun iyileşme üzerindeki katkılarını vurgulamalıdır. Nitekim vitamin ve mineral yönünden zengin, bol Omega-3 içeren preparatları tedaviyi güçlendirmektedir. Özellikle Omega-3 beyindeki büyüme faktörünün salınımını arttırarak beynin küçülmesini engeller ve bu yolla şizofreni tedavisine katkıda bulunur.

Şizofrenide Yiyeceklerin Etkileri Nelerdir?

Diğer pek çok hastalıkta olduğu gibi, şizofrenide de lifli sebzeler, tohumlar, fındık gibi kuruyemişler, bol meyve, kepekli ekmek, buğday ekmeği, organik yumurta, organik balık ve Omega-3 yağ çeşitlerinin sıkça tüketilmesi, koruyucu ve beyni geliştirici etki gösterir. Kızarmış, hazır yiyecekler, alkol, şeker, çay, kahve, besinlere konulan katkı maddeleri ve tarım ilacı içeren gıdalar ise beyne zarar verir. Beyne zarar veren her şey, şizofreniye kapı aralar ya da var olan şizofreniyi şiddetlendirir.

Bazı şizofrenili hastalar tekdüze beslenirler. Sürekli aynı şeyleri yerler, tat ve yemek estetiğini pek önemsemezler. Çikolata ya da cips gibi hazır yiyeceklere yönelirler, protein ve vitamin bakımından eksik beslenirler. Bu tarz bir yeme düzeni şizofreninin alevlenmesine de sebep olabilir. Diyette yeşil sebzelere, süt ve süt ürünlerine, kolay hazmedilen sandviçlere ağırlık vermek, hastanın bol su içmesini sağlamak son derece yararlıdır.

Kıtlık Şizofreniye Nasıl Etki Eder?

Kıtlık gibi toplumsal afetler şizofreninin tetiklenmesinde ve şiddetlenmesinde etkili olabilir. Tarihte yaşanan kıtlıkların şizofreni oluşumuna etkisi çokça araştırılmış bir konudur. Çin’de 1959-1961 yılları arasında yaşanan kıtlıkta doğan çocuklarla, bu dönemden önce ve sonra doğan çocuklar karşılaştırılmış; kıtlık senelerinde dünyaya gelenlerin ilerleyen yaşlarda şizofreni olma ihtimali iki kat daha yüksek bulunmuştur. Kıtlığın en çok hissedildiği bölgelerden birinde yaşayanları kapsayan bu çalışmada, 1971-2001 yılları arasında tutulan psikoloji kayıtları incelenmiştir. Bölgede 1960 yılında doğan 13 bin 748 çocuktan 192’sinde, 1956 yılında doğan 59 bin 88 çocuktan 483'ünde, 1965 yılında doğan 83 bin 536 çocuktan 695'inde şizofreni olduğu tespit edilmiştir.

Anne karnındayken yaşanan beslenme bozuklukları ileride şizofreniye yol açabilir. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru (1944-1945 yıllarında) Hollanda’da bir kıtlık yaşanmış ve Nazilerin ülkeyi işgal etmesiyle kıtlığın şiddeti artmıştı. Özellikle Batı Hollanda’da, 22 bin kişi bu nedenle hayatını kaybetmişti. Hollandalılarda açlık sebebiyle ortaya çıkan kalori yetersizliği doğurganlık oranlarını azaltmış, çocukların doğum ağırlıkları düşmüştü. Belli bir dönemle sınırlı olan bu trajik olay, doğum öncesinde yaşanan beslenme bozukluklarının psikiyatrik rahatsızlıklara etkisini göstermiştir. Kıtlığın zirveye ulaştığı dönemlerde gerçekleşen hamileliklerde şizofreni riski iki kat artmıştır. Yine hamileliğin erken dönemlerinde kıtlığa maruz kalmış annelerin çocuklarında şizoid kişilik bozukluğu sıklığının da arttığı bildirilmiştir. Kıtlık döneminde doğan çocuklarda içe kapalı ve konuşmayı pek sevmeyen bireylerin sık olması da dikkati çeken bir başka tespittir. Beslenme koşulları, çocuğu en çok gebeliğin erken dönemlerinde etkiler. Özellikle korpus kallozum (beyin köprüsü) gelişimi bu dönemde oluşan beslenme eksikliklerinden etkilenir.

Hamilelikte folik asit vitamininin eksik alımı sık rastlanan bir durumdur. Hekimler bu gerçeği bildikleri için hamilelik döneminde kadınlara folik asit takviyesi yaparlar. Eğer annede folik asit eksikliği oluşursa çocukta gelişim açısından büyük bir risk söz konusu olur. Gerek folik asit gerekse protein eksikliği bebeğin beyin gelişimini etkiler ve şizofreniye yatkınlığı artırır. Hamilelik döneminde açlık yaşayan, yeterince beslenemeyen annelerin çocuklarında şizofreni görülme riski diğer yeni doğanlara nazaran iki kat yüksek bulunmuştur. Ayrıca hamilelik döneminde sigara içmek de, düşük doğum tartılı bebeklere sebep olur. Bu da nörolojik ve psikiyatrik bozukluk, dolayısıyla şizofreni açısından bebeği riske eder. Anne adayları hem sigara içmemeli hem de yanında sigara içilmesine izin vermemelidir. Çünkü pasif içici konumundaki annenin çocuğu da, düşük tartılı doğabilir ve risk altına girebilir.

Şizofreniye Anne Sütünün Etkisi Nedir?

Çocuğun anne sütüyle beslenme süresi ile şizofreni arasındaki ilişkiyi inceleyen McCreadie adlı araştırmacı, Breast-feeding and Schizophrenia (Emzirme ve Şizofreni) isimli çalışmasında, şizofrenili hastaların hasta olmayanlara göre daha kısa süre anne sütüyle beslendiklerini ve bunun şizofreni için önemli bir risk faktörü olduğunu ortaya koymuştur.25 Anne sütüyle beslenme, çocuğa biyolojik ve psikolojik açıdan birçok avantaj sağlar. Anne sütü enfeksiyonları önlediği gibi, çocuğun psikolojik gereksinimlerini de karşılar. Anne sütüyle beslenmenin direkt koruyucu etkisi olmasa da; çocuğu enfeksiyonlardan korur, beslenme bozukluklarından uzak tutar, anneyle çocuk arasındaki sıcak ten teması sayesinde güven duygusunu artırır ve stresi önler.

Şizofrenide Hastalığı Gizleme Davranışı Nedir?

Bazı ailelerde hastalık kabul edilir ama başkalarından gizlenir. “Aile...

Şizofrenide Tedavi Yaklaşımları Nelerdir?

Şizofrenili hastaların %25-30’u tamamen iyileşir. Hiçbir tedavi yardım...

Şizofrenide Hayata Yeniden Uyumda Ailenin Rolü Nedir?

Biyolojik tedavinin yoğun olduğu ilk dönemlerde hastadan ilaçlarını al...